Yaşanamadan askıya alınmış yasların birbirlerine yapışarak meydana getirdiği yuvarlak olmayan bir gezegende yaşıyorsun. Geleceğe değil, geçmişe odaklı ilahi bir zaman makinesi olan teleskopun ucundan seni gözlüyorum. Dokunduğum anda biyolojik bir anıta dönüşerek ‘sağlıklı toplum’ idealine referans olan vücudun, kendi türünün arkaik hızını taşıyor. Sen, bir kez daha bakıldığında orada olmayanın, bir kez daha düşünüldüğünde akla gelmeyenin temsilisin. Yüzündeki şaşkınlık ve gülümseyişin, ‘giz’in anlamını yere çalan açık seçikliği, kadınlığı asırlardır kadın olmaktan uzaklaştıran sahte ‘sır’ dünyasını büyük bir şevkle ortadan kaldırıyor. Sen, olması gereken şeysin. Sen, libidinal reaktörden çıkan artı ucunu insanlığın eksi ucuna bağlayarak var olan eksiyi giderek eksiğe dönüştürmüş vajinal refleksin. Çocuksuluğundan filiz veren, ancak sonrasında senden ayrılarak yüzlerce hevese dönüşmüş insanlığın genetik günahlarını affet. Yanlış bir deneyin olumlu sonuçlar veren rastlantısal tarihinde kendine edindiğin yer, dudaklarında konumlanan konuşma dilini organik bir sayısal evrene sıçratıyor. Bu gelecekçi haz, koyulan yerde bulunamayan yüz ifadeni, bakılan yerde görülmeyen, dokunulan yerde duyumsanmayan ve düşünülen yerde olmayan bir ayrılık kaygısına indirgiyor. Toplum, senin coşkun ve katışıksız orgonomik bedenine ve yine senin kurallarınla girmeye çalıştıkça, kenarları çamur tutmuş bir gecekondu melankolizmine düşüp öylece kalıyor.
Son söz:
Nefesin şiddetiyle boşalan değil, şiddetin kendisi ve giderek nefes olmaya adanmış, ‘sarışın infantil’ bir hacim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder