31 Mayıs 2010 Pazartesi

Chantal, Anaokul Öğretmenim


Son model bir pikabın yanına bağdaş kurmuş anaokul öğretmenim parmaklarında kalan siyanürlü kremayı yalıyor. Kendimi bildim bileli hayranım ona; Berlin'den getirdiği plaklarına, Zürih'den getirdiği kum saatlerine, Florida'dan getirdiği aerobik setine, Paris'ten getirdiği keten ayakkabılarına, Lizbon'dan getirdiği kız çocuklarına...

Yemek yaparken aniden mutfak zeminine kıvrılarak uyuyakalan, ahududu çorbasını karıştırırken sağ ayağını sol bacağının arkasına yaslayan Chantal'a aşık olduğumu söylemeye utanıyorum. Neyse ki konuşuyor benimle:

- Seni emzirmek isterdim Tan, ancak tanımadığım bir adama tenis sözüm var.
- ...
- Güneş yanığı bedenime sinmiş Delial kokusundan hoşlandığını biliyorum. Beni gizli gizli arkadaşlarına anlattığını, yatak odamın duvarlarına yüzünü sürttüğünü, yastıkların içine bıraktığın küçük notları, şovalyen kabartmalarla süslenmiş kemer takımımla her sabah aynı saatte intihar etmeye çalıştığını, nişan yüzüğümle çizik içinde bıraktığın bedenini başkalarından ödünç aldığın elbiselerin ardına gizlediğini, her göz göze gelişimizde yapmadığın şeylerle ilgili özür dileme arzunu biliyorum.
- ...
- Ayakkabılarını bağlamak için yere çömeldiğinde başın okşansın istiyorsun. İstemeden nefret ettiğin kadınlara karşı biriken günahların için yüzünü kapatsınlar istiyorsun. Herkes sana inansın, senin yolundan yürüsün, seni ağızlarına dolasın, sen istediğinde sussun istiyorsun. İstediğin her şeyi yaptım Tan!
- ...
- Günlerden bir gün öyle öpmüştün ki beni, dudaklarım kana karışmıştı.
- ...
- Neden bilmiyorum ama saçımı her kulağımın arkasına toplayıp önümdeki desenli pipeti emmeye başladığımda aklıma sen geliyorsun. Yoğun bir kayısı tadı doluyor ağzıma. Boşluk, gözlerimi ele geçiriyor. Böyle durumlarda başkası gibi baktığımı söylüyorlar, başkası gibi düşündüğümü.
- ...
- Suskunluğunu seviyorum Tan, bana ölümsüzlüğü ve plaklarımı çağrıştırıyor. En çok kimin albümünü seviyorsun, Karl Valentin? Kurt Weill? Hanns Eisler? 'Aufsteig und Fall der Stadt Mahagonny' şarkısını çalacağım senin için. Böylece, yarası olmayan bir kabuğun bedenden düşüp kırılması gibi sen de bana tutunamayıp öyle düşeceksin.

30 Mayıs 2010 Pazar

Acının Posası


Kafanızdaki kadının konumu, kendi düşünce çapınızla doğru orantılı olarak büyür ya da küçülür. Bunun O kadınla doğrudan hiçbir ilgisi yoktur. Siz büyütür, siz yok edersiniz. Merkezi konumda olan, acı çekiyormuş gibi yapan ve ancak böylelikle ruhu besleyebilen 'düşünce'nin kendisidir.

Ağlayış anında bir bebeği ayna ile karşı karşıya getirirseniz, ağlamanın giderek söndüğünü, kendini ağlıyor gören bebeğin, sahip olduğu gerçekliği sahte bir 'rol' dünyasıyla takas ettiğini ve geriye, ağlamayı andıran sentetik bir ses kirliliği bıraktığını görürsünüz. İşte kafanızda özenle yaşattığınız kadından sıyrılma anı, o sentetik sesleri çıkararak acı çekiyor gibi yaptığınız, yani aşık olma itirafını kendinize zikrettiğiniz 'rol' anıdır. Tüm bu süreç içersinde kadının var olabilme olasılığı yoktur; daha önce de var olmadığı gibi...

28 Mayıs 2010 Cuma

24.04.2009


Uzak bir sahil kasabası düşüncesinin, içinde arzunun kendisini belli belirsiz hissettirdiği var oluş vurgusundaki düzensizliğe karşı bir savunma refleksi olduğu şu anda, yalnız başına yolculuk ediyor olmanın anlamını yaşıyorum. Kimseye ait olmayan bir arabanın içinde, sonsuzluğu yok etmekle onu tarihime bir damga olarak vurup sınırlamak arasında bir kararsızlık içindeyim. Yol arkadaşı istiyor muyum? Kendimi farklı zamanlara bölerek çoğaltmak ve böylelikle yalnızlık duygumu güçlendirmek yerine, sürekli aynı zamana, yani arzu ettiğim bir şeyi bulduğum anda onu çoktan yitirmiş olma anına çakılarak kendimi sabitliyorum.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Violette Nozière



1933 yılında babasını zehirleyerek öldüren ve sürrealistlerin kahramanı haline gelen Violette Nozière ile onun ihtişamlı dublörü Isabelle Huppert.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Aspiratör


Aspiratör: İçerdeki pis havayı dışarı çıkarmak için kullanılan pervaneli düzenek.

Üç Deyince Birlikte Yakacağız!

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Mutlak Senfonik Felç




Sıcak havluya batırılmış kan dolaşımın,
Çapraz uykuya yataklık eden,
Mosmor düğmeleri boğazında kalmış kızlığın,

Aynı soluk üzerinde,
Birbiriyle kesişmeyen iki zamansız arzu,
Biri çocukluğum,
Diğeri onun çocuğu,

Baktığın yerde,
Hızla kekemelik!

Olduğun yerde,
Ölümsüz can çekişme!

Yağmur altında ıslanmış,
Solucan gövdesi dudakların,
İmgenin geriye akan et tadı...

4 Mayıs 2010 Salı

Adı Mayıs


Kıvrımlı vücudu, güneşin kanattığı dipdiri bir savaş alanıyla evrensel söylencenin ve gözden kaçanın birleştiği mitsel bir yakarış arasında uzanıyor. Her hareketi, yoktan yanmış bir ateşi ören sıcak bir tepkinme gibi; karar veriş anındaki durgunluk, eğimli bir karanlık, ıslanmış bir fişek, kendi varlığını olumsuzlayan bir önyargı gibi. Yaşama savaşı veriyor izlenimi sunan bir vücut temsilinin içinde, kendi yalıtkan geçmişinde yaşayan bu kadın, uzaysı bir yastık gibi çarptıkça geri gönderen, dokundukça ‘dokun’ nesnesini başlangıç noktasına döndüren zamansızlık imgesi dudaklara sahip. Giderek kendisinden uzaklaşan her hareketi, kendini yalnızca kendisine kurban eden melek fazlası bir kütleyi anımsatıyor. Nefes alışlarımda nefesini vererek soluk tarihime ayak uydurmuş bu kendiliğinden evren, başı giderek serinliğe çekilen bu iki boyutlu varlık, düşüncelerimin kaldırma kuvvetini kan basıncıma dengeliyor.