27 Eylül 2009 Pazar

Guy-Blaché ve Tactile Deney



Deney No - 126
Deney Adı - Tactile Art
Denek Adı - Alice Guy-Blaché

Renk: Frak.
Koku: Terk edilmiş ekmek fırını.
Dokunsal: Canlı Somon balığını iki el arasında muhafaza etmeye çalışmak.
İşitsel: Yere ufalanan cüzzam yarası.
Tat: Kanlı Türk lokumu.

21 Eylül 2009 Pazartesi

A Snake of June


Uzun süre gelenekleriyle yaşamış toplumlarda patlayan Reichian söylemle 'cinsel sapkınlık', Shinya Tsukamato sinemasının da 'Tetsuo' filminden bu yana günahkar tarzını oluşturur.

Bu sahnede, göğüs kanserine yakalanmış Asuka Kurosawa'nın, mide kanserine yakalanmış bir yabancıya verdiği pozlar önünde mastürbasyon yapan iktidarsız kocasını görmekteyiz.

Cinsel güçlerini 'el altından' da olsa birbirine kenetlemiş evli çift, bu mistik bütünleşmenin sponsorluğunu üstlenen 'gizemci-mekanik' Nikon endüstrisine teşekkür eder.

20 Eylül 2009 Pazar

Leopold von Sacher-Masoch



Trend dışı mazoşizmin 'yapısal' kanadından gelme sosyalistlerin sınıfsız toplum ideallerine taş koyan Leopold von Sacher-Masoch ve efendisi Wanda'yı tüm sürrealistler adına selamlarım.

15 Eylül 2009 Salı

Sublime Webb Sister-s'a Mektup



"You loved me as a loser, 
but now you're worried that I just might win"

Ateşler içindeki oyuncak ayakkabılarınla kumdan kaleler arasında yol açtın kendine. Ayak izlerine oturan onlarca kadın, kendilerine dahi dokunmadan gebe kaldılar.

Sesi alınmış bir cinayetsin.

Üniversite zamanlarında yaşadığım evin davetkar halısı üzerinde piknik yaptık. Hava o kadar sıcaktı ki baldırından sızan her ter damlası, filmlerimde oynatmayı düşündüğüm başka başka kızların kaşınma nedeni oluyordu.

Klasik müzik eğitimi almış bir bedenin, hiç de alışık olmadığı sert bir müziğin eşliğinde ve biraz da votkanın etkisiyle kendi kusursuz yerçekimini yaratması.

Seni, hiç tanımadığın çirkin kadınlarla birlikte dünyaya getirdik. Herkes kıskançlığını konuştu; sende olmayanı, ölçülemeyecek bir zaman aralığında vücut sıvıların yardımıyla nasıl içine aldığını...

Bana her bağırdığında sertleşen bedenimi hediye paketi yapıp tavanarasında sakladın. Herkes zalimliğini konuştu; ısrarla sana ait olanı, ölçülemeyecek bir zaman aralığında, kaybolmuş bir arzuya nasıl dönüştürebildiğini...

Ben senin camdan yapılma yüksek topuklu özel yeteneğinim; tanımadığım kız çocuklarım üzerine kestirilemeyen zamanlarda, kemiksiz bir ceset gibi parçalanarak yağıyorum.

Kız çocuklarımda annesizliğin boyun bağı, hepsinde babalarına karşı ölümcül hassasiyet. Günlerden bir gün yazamayacak kadar yaşıyor olduğumda, kendilerine sarılıp, şahsıma duydukları ölümsüz nefreti derin dondurucuda saklayacaklar.

Sahilde gömülü cesetlerin üzerinden atlayarak kendi ölümünden kaçan sarışın hayalet! Vücudundaki tek sarılmalık boşluğu asla olmayacak çocuğuna ayır. Dinlendikçe eskiyen bir şarkının tersine, her akla geldiğinde giderek aklın kendisi oluveren pornografik çirkinliğini ölümün ters açısıyla takas et.

13 Eylül 2009 Pazar

Su Terazisi


Önceden tasarlanamayan yürüyüş hızınla odanın gerçekliğini parçalayarak balkon camına doğru yol aldığında, tüm vucudun ahşap bir su terazisine dönüşüverdi. Ellerini cam kenarına bastırıp hafifçe dışarı sarktın. Omzundaki melek dövmesi, kanatlarında birikmiş kanla havalandı. Nereden geldiği belirsiz bir ışık düştü sırtınla bacakların arasına. "Yağmur başlayacak" dedin, "eğer aynı anda ağlamayı öğrenemezsek büyük bir felaket olacak..." O an üzerine düşen ışık giderek eridi ve kendi karanlığına çekildi. Yüzünü sokağın diğer ucuna çevirip bir şarkı mırıldanmaya başladın:

"Je passerai la main comme ça
Dans tes cheveux, sur ton visage
Pour dire qu'au plus profond de moi
Je t'aime au-delà des usages..."

Şarkının ortalarında şehirli bir gülümseyişle bana doğru döndün. "Biliyor musun" dedin, "bu şarkı ölü bir kadına işkence etmek gibi, hiç zevk vermiyor." Odada uçuşan melek, yeniden omzuna kondu, yorgun kanatlarındaki kan, antik bir mürekkep kalıntısıyla yer değiştirdi. Kolumdan tutup mutfağa doğru çekiştirdin beni. Tüm dolaplar ardına dek açıktı. Üst dolaplarda iç çamaşırların, alt dolaplarda ayakkabıların, çekmecelerde ise birlikte uyuduğun erkeklerin kol saatleri saklıydı. "Aynı rüyayı gördüğüm erkeklerin ölüm anlarını biriktiriyorum" diye fısıldadın. Saatlerden sadece biri dikkatimi çekti. Çocukken yol ortasında bulup anneme armağan ettiğim saatin aynısıydı. Sert bir hareketle çekmeceyi kapattın. "Hiçbiri çalışmıyor. Ama istediğin varsa alabilirsin" diye söylendin. Yüzümü bacaklarının arasına götürüp sessizce ağlamaya başladım. "Sanki başkası ağlıyor. Ve sen de o ağladığı için ağlıyorsun. Ağlayan erkekler vücuttaki kansız kesiklere benzer, derinleri sadece gözle görülür, asla duyulmaz" diyerek yükselttin sesini. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinden biri diğerine göre daha kısıktı. Ağrısız bir ölüm gibi bakıyordun. Tam ellerimi yüzüne götürecekken patlamayı andıran bir ses duyuldu. Elbiselerin yavaş yavaş ıslanmaya başladı. Çok geçmeden yüzün ve bedenin sular altında kaldı. "Demiştim sana büyük bir felaket olacak diye. Sonunda patladı bedenime yakıştırdığın su terazisi. Sırları dışarı taşan dengesiz bir arzu enkazıyım artık. Kaçıp kurtar kendini André, az sonra tüm İstanbul sular altında kalacak!..." Öyle de oldu. Felaketin nasıl başladığını yalnızca ben görebildim.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Bergman ve Tactile Deney


Deney No - 125
Deney Adı - Tactile Art
Denek Adı - Ingmar Bergman

Renk: T basili.
Koku: Genleşmiş demiryolu rayı.
Dokunsal: Ergen bir kızın poposunu mıncıklamak.
İşitsel: Standart telefon sinyali.
Tat: Lapa.