18 Kasım 2019 Pazartesi

17 Kasım - Rüya


Rüya, rüyada uyanmamla başlıyor. Eskiden çalıştığım medya istasyonunun program yapım odasındaki koltukların birinde uyuyakalmışım. Etrafta kimse yok. Odanın diğer tarafından inleme sesleri geliyor. Hafifçe doğruluyorum. Çıplak iki beden görüyorum, birbirine sarılmış. Yavaş devinimlerle sürüyor sevişme. Kadın, uzun zaman önce birlikte olduğum biri. Adam, oturduğum apartmanın alt katında bulunan mağazanın çalışanı. Yazlık bir şapka takmış kafasına. Birbirlerini nasıl bulmuş olabileceklerini düşünürken kadının inleme sesi giderek artıyor, odada yankılanıyor. Sese koşut olarak bedenler hareketleniyor. Adamın şapkası kadının yüzüne düşüyor ve ergen bir titreklikle orgazm oluyor kadın. O sırada içeri tam teçhizatlı bir manga asker giriyor. Asma kat olan mekan, askerlerin girişiyle yapay bir deprem etkisi yaratıyor. Beni fark etmesinler diye uyuyor numarası yapıyorum ancak bir süre sonra içlerinden biri yakamdan tutarak ayağa kaldırıyor beni. Radyasyon korumalı, biraz da astronot kıyafetini andıran üniformasında Amerikan bayrağı motifi var ancak asker Türkçe konuşuyor. Televizyon binasını işgal ettiklerini ve işgali ülkeye duyurmam için yayın yapmamı istiyor. Yayın odasında çalışan olup olmadığını, eğer yoksa tek başıma canlı yayını gerçekleştiremeyeceğimi söylüyorum. Lafımı bitirmeden ite kaka odadan çıkarıyor beni. Stüdyoya doğru ilerliyoruz. Kahkaha sesleri geliyor kulağıma. Çay bardağına vuran kaşık sesleri... 

Dipçikle stüdyonun kapısını çalıyor asker. Kapıyı, çektiğim bir filmin yürütücü yapımcısı açıyor. Üzerinde ropdöşambır. Saçları jöleli. Ayağında Tayland taksicilerinin giyindiği terlikler. Tek gözü rimelli, dudağının yarısı rujlu. Bizi içeri davet ediyor, beni görmezden geliyor... Stüdyo, Western filmlerindeki kasabaların benzeri olarak dekore edilmiş. Muazzam bir atmosfer var. Yere atılmış tonlarca kumun üzerinde yürüyoruz. Telgraf direklerine, besili kovboy atları yerine faytonundan sökülmüş Büyükada atları bağlanmış. Açlıktan ölmek üzereler. Tam yalakların yanından geçerken devasa bir stüdyo lambası tavan askısından düşerek paramparça oluyor. Lamba aksamından fırlayan bir parça ayaklarımın dibine düşüyor. Üzerinde, 'Nur-u Ayn' yazıyor. Osmanlı sermayesiyle stüdyonun giderleri arasında bir bağlantı kuracakken üzerinde 'Şerif' yazılı ahşap yapının içinden kılkuyruk bir subay çıkıveriyor. Aralıklarla burnunu çekerek, bir an önce çekime başlamazsak idam edileceğimi söylüyor. Resim seçici olmadan çekime girişmenin intihar olacağını vurguluyorum. Bunun üzerine subay, 'Sven' diye bağırıyor. Bir süre sonra Şerif'in ahşap mekanından Sven Nykvist çıkıyor. 'Al sana resim seçici' diyor şerif. Sven'le çalışacağıma inanamıyorum! Hayretle açılan gözlerimi dizime gelen bir dipçik darbesi kısıyor. Bir an önce yola koyulmamızı söylüyor yanımda biten asker. Reji odasına giderken Sven'in anlattığı öyküleri dinliyorum. Bana İsveç'li görüntü yönetmenlerinin nasıl asimile olduklarını anlatıyor. Söylediğine göre Hollywood'un yeraltı laboratuvarlarında geliştirilen genetik bir programla İsveç görüntü işçilerinin 'bakış' molekülleri, kıta coğrafyasının pitoresk ve ideolojik yapısına uyumlu hale getiriliyormuş. Sözünü bitirir bitirmez sağ gözünü işaret parmağı yardımıyla rahatça çıkarıyor Sven. Eğer olur da kurtulmayı başarırsam gözünü anı olarak saklamamı istiyor benden. Avucumda sıkıca tutuyorum Sven'in gözünü. O sırada reji odasına geliyoruz. 10'a yakın monitör var. 4 monitör çalışıyor. Sadece 3 kameradan görüntü alabiliyoruz. 1. Monitörde, bir ormanın genel plan görüntüsü var. Yaşlıca bir kadın, önündeki ağaca dayalı boy aynasından yansıyan suretini öpüyor. Hasetle aynaya geçirdiği takma tırnaklar kökünden kopuyor kadının... 2. Monitörde bir atletizm pistinin genel plan görüntüsü var. Koşu yarışını başlatacak olan hakem silahı havaya değil ağzına doğrultarak tetiği çekiyor. Atletler hatalı çıkış yapıyor... 3. Monitörde, az önce bulunduğum stüdyonun görüntüsü var. Büyükada'nın atları çiftleşiyorlar. Çiftleşme anını bir at yarışı spikeri büyük bir heyecanla anlatıyor... 4. monitöre bağlı bir kamera yok. Öyle ki bu son monitör, görüyor olduğum rüyayı -öznel bakışımdan- kaydetmiş. Şu an görüntüde rüyanın başında sevişmekte olan çift var. İşte tam o sırada, yani kendi rüyamla yüzleştiğim an, 'lucid' bir özellik kazanıyor gördüğüm rüya. Her şeyi kontrol edebilir ve 'bilinçli düşünür' hale geliyorum. Rüyaya lucid özelliği kazandıran şeyin, monitörde teşhir edilmekte olan kendi rüyam olduğunu bir kez daha hatırlatıyorum kendime. Rüyamı, üstelik rüyamda bir monitör aracılığıyla izlemenin Brechtian bir yabancılaştırma efektinden farksız olduğunu; sahteliklerin mucizevi bir biçimde kesiştiği / kesiştirildiği noktada hakikate vurgu yapacaklarını düşünerek uyanıyorum... Bir süre yatakta Sven'in gözünü arıyorum.