Öyle görünüyor ki 1991 yılında ilk kez TRT sansürüyle izleme fırsatını yakaladığım Shakhnazarov'un 'Gorod Zero' filmi, aynı zamanda tanık olduğum ilk sürrealist film olma özelliğini taşıyor (*). Bununla birlikte Vecdi Sayar'ın, 1970'lerin baston yutmuş Fassbinder oyuncularını anımsatan 'otomat sunucu' tekniğiyle TRT'de paylaştığı film, hemen her sinema öğrencisinin sorgulamaksızın sevmek zorunda bırakıldığı pek çok 'Sovyet' başyapıtını rahatlıkla silip atıyor. Öyle ki Stalin döneminde Sibirya'ya sürülen bir Troçkist olsaydım eğer, yanımda Ivan'ın çocukluğunu değil de muhtemelen 'Gorod Zero' filmindeki aşçıyı götürürdüm!
Yaygın akademik düsturun ısrarla bütünleştirmeye çalıştığı ancak bu süreçte kaçınılmaz olarak kendi söylemini geçersiz kıldığı 'absurdite' ve 'sürrealizm' arasındaki devasa farkı açık ara sürrealizmin lehine kateden film, 'tarihsel materyalizm'i kişisel tarihin bilinçdışı sloganları ile zenginleştirerek hem ikisinin dışında ve hem de aynı anda ikisi olabilen bir 'zaman' ve daha da önemlisi 'mekan' algısı yaratıyor.
Filme dair pek çok göstergeyi halen hatırlıyor olsam da -özellikle TRT'nin kesmeye kıyamadığı komünist sekreter kızın göğüsleri- şu restoran sahnesinin, filmdeki diğer tüm sahnelerin mevcudiyetine dair etkin bir referans-metafor olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte doğuştan hevesli birkaç film analistinin 'alter ego', 'ideal ben', 'ben ideali' ya da 'oral materyal' üzerinden sahneyi özenle mahvetmesine olanak tanımaksızın gayet basit ama aynı derecede karmaşık bir soru soruyorum kendime:
Tatlı sevmeyen birine kendini 'tatlı' niyetine sunduğunuzda ne hissederdi ya da üzerinde kimsenin açlık çekmediği bir şehir bütünüyle restorana dönüşseydi en çok kim, kimler doyardı?
(*) Un Chien Andalou filminin saçma sapan renklendirilmiş bir bölümünü 1992 yılında MTV'de rastlantısal olarak görme şansına erişsem de L'age D'or filmini izlemek için yazık ki iki yıl daha beklemek zorunda kaldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder