Avrupa Gezici Film Festivali'nin Ankara ayağında, Fernando Arrabal'ın izlemediğim tek filmi olan 'Le Cimetière des Voitures' gösteriliyor. Filme parasız girebilmek için telefon ile festival ekibinden B.E'yi arıyorum. Gişede onu görmem gerektiğini, sonrasında gösterimi parasız izleyebileceğimi söylüyor. Festival alanına ulaşıyorum ancak gişede yalnızca iki kişi var; festival ekibinden A.B.ve üniversite arkadaşım O.E... Filmin başlamasına oldukça az vakit olduğunu anlıyor ve tuvalete gitmeye karar veriyorum. O.E de arkamdan geliyor. Ona, filme 20 TL. vermek istemediğimi, beni parasız sokması için bir şeyler yapıp yapamayacağını soruyorum. O da B.E.'yi beklemem gerektiğini söylüyor. Birbirine uzak pisuvarlara işediğimiz tuvaletten çıkıyoruz ve o sırada bir çiftlikte buluyoruz kendimizi. O.E. saatine bakıyor ve filmin başlamak üzere olduğunu, bir an önce festival alanına gitmemiz gerektiğini söylüyor. Biraz yürüyoruz ve sonrasında ağaca bağlanmış siyah terli bir at ile ATV tarzı bir araç görüyoruz. O.E. ata binmek istediğini söylüyor. Ben de ATV aracı alıyorum ve onu takip etmeye başlıyorum. At çıldırmış gibi gidiyor, O.E. atın üzerinde zor duruyor. Bir süre sonra O.E'yi sertçe tepip bir yalağın içine fırlatıveriyor at. ATV'yi durdurup, koşarak yalağın yanına ulaşıyorum. O.E'nin yalak suyunun içinde batıp çıkmakta olduğunu ve kafatasının tamamen parçalanmış halini görüyorum. Hemen Bursa Devlet Hastanesini arıyorum ve telefona çıkan hemşire kızdan ambulans istiyorum. Kız, tam olarak nerede olduğumu soruyor. Çevreme bakınıyorum ve ona, yeri tarif edebileceğim vurgulu mekanlar arıyorum. Biraz karşıda 'Yiddish Bank' adında bir yer söylüyorum. Kız, mekanı tanımıyor. 'Watergate Lunaparkı' adında paslanmış bir tabela görüyor ve hemen kıza aktarıyorum. Kız, bu kez mekanı tanıyor ve ambulansı kısa sürede göndereceğini söylüyor. Telefonu kapatmak istemiyorum. Kıza kur yapmaya başlıyorum. Ona hemşireliğe nasıl başladığını, ayakkabı numarasını ve sevdiği filmleri soruyorum. Kız sürekli babasından söz ediyor, onun ne kadar düzenbaz bir adam olduğundan, onu küçük bir kızken nasıl taciz ettiğinden ve leş gibi horoz koktuğundan dem vuruyor. Tanışmak için ondan randevu istiyorum. Erkeksi bir kahkahanın ardından kendisini güneş batmadan gelip hastaneden alabileceğimi söylüyor. Bu arada O.E, yalakta can çekişiyor. Telefonu kapatıyorum. Kısa bir süre sonra ambulans geliyor. Ön kapıyı açtığımda, ailemi görüyorum. Direksiyon başındaki babam, arabasını sattığını ve ambulansla İzmir'e tatile gitmeye karar verdiğini söylüyor. Ona O.E'nin durumunu anlatıyorum. Manisa Devlet Hastanesine arkadaşımı bırakabileceğini söylüyor.
İzmir, post apokaliptik bir şehre dönüşmüş. Ailem, şort-tişört geziyor olmaktan çok mutlu olmasına rağmen ben, korku içersinde sokaklara bakıyorum. Şehirde taş taş üstünde kalmamış. Devasa damperli kamyonlar, yola siyah çöp poşetlerini dökerek barikat oluşturmuşlar. 1.Kordon, onlarca metrelik çöp duvarlarıyla neredeyse tamamen kapanmış. Zor da olsa yönümüzü bulmaya çalışıyoruz. 1.Kordon'u deniz kenarından Alsancak'a bağlayan yolun tam ortasına organik mağaralar yapılmış. Mağara ağızları göz gibi açılıp kapanıyorlar. Ailem, bir mağara ağzından diğer tarafa geçmeyi başarıyor. Ben tam mağaraya girecekken, birden girişin çöplerle doldurulmuş olduğunu görüyorum. Mağaranın diğer tarafına geçmeyi başaran ailemi kaybediyorum. O sırada havada uçan kızıl kanatlı kuşlar görüyor ve onlar gibi olmanın büyük bir şans olacağını düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder