Bugün, daha önceleri hiç olmadığı kadar René Crevel'in major depresif hayaletini üzerimde hissettim. 'Özdeşleşme Stratejisi ve Psikopatolojik Yaklaşım Üzerinden Korku Sinemasında Kadının Psikanalizi' konulu verdiğim seminer sırasında oldu ne olduysa! Gösteren zincirinin (S2) ataklarından kurtulmak için baştan aşağı kurguladığım 'yazılı metni' okuduktan hemen sonra, dinleyicilere ilk ve son kez dönerek, 'sorusu olan var mı' diye sordum. Ve gördüm ki, koca bir suskunluktan daha fazlası olmayan sunumuma çalışmış olan tek ölümlü ben değilmişim; dinleyiciler de zikrettiğim sunumu çok iyi anlamış olmalı ki argümanlarıma destek çıkacak biçimde öylesine sessiz kalmayı tercih ettiler. Tam o sırada, yani dinleyicilerle aramdaki 'sözleşme' bitmiş olmasına rağmen, oturumu kapatmamaya dair ani bir gereklilik hissettim. Sanki beyaz perdenin 'bizden öte' yanında barbar bir kavim Roma'yı paramparça ediyormuş da dinleyicileri bu uygarlık dışı katliamdan uzaklaştırmak için konuşmayı elimden geldiğince uzatmam gerekiyormuş gibi... Ne yapacağımı şaşırdım. Elimde teşhir edecek iki video daha vardı ancak salonda bulunan 'bir'i yüzünden o videoları göstermek istemedim. Görsel referanslardan ivedilikle uzaklaşıp adına 'fallus' denen elimdeki son spekülatif kozu da hayli provokatif bir argüman zincirinde oynadıktan hemen sonra, izleyicinin, çokça çalışmış olduğu sessizlik oyununu bozamadığım gerçeği ile karşılaştım. İşte ne olduysa ondan sonra oldu; beni dinleyen kalabalık, ısrar ettiği suskunluğun ertesinde, perdenin öte yanından salonu işgal eden barbar bir kabile tarafından paramparça edildi. Salondaki herkes, kapatılamamış antik bir bavulun içine zorla tıkıştırılmış organ parçaları oluverdi. O an Crevel'in hayaleti dokundu omzuma ve bunca insanı 'evvel zaman içinde' bir katliamdan kurtaramadığım için duyacağım suçluluğu ağırlaştıracak bir 'ceza kağıdı' uzattı bana. Formu doldumam gerektiğini, aksi taktirde tarafımdan gerçekleşecek olası bir intiharın geçersiz kabul edeceğini söyledi. Şükürler olsun, belki de saniyeler içinde, Crevel'in uzattığı ve yokluğun kapısını açan formun basit bir öğrenci yoklama kağıdına dönüştüğünü gördüm. Seminerin son dakikalarında sözüne ettiğim 'gösteren zinciri'ne benzer bir bağla mühürlenmiş onlarca isim vardı o kağıtta. Kırmızı bir tükenmez -hipotetik- kalemle mühürlenmiş olan bu ontolojik grup, bir 'gösteren'in -Akademi'nin Söylemi- ancak başka bir 'gösteren' için -Öteki'nin söylemi- var olabileceğini hatırlattı bana. Ve gördüm ki adına 'öteki' denen 'hani şu şey', halihazırda organize olduğu inancıyla 'söz'ün kudretini kullanan bir logosentrikten çok daha organize bir kastrasyon draması yaratabiliyormuş.
Bayanlar baylar, her ne kadar Kanlı Seminer bitmiş de olsa, şu meşhur gösteren zincirindeki her bir imgenin, nasıl oluyor da bir diğeriyle yer değiştirebildiği üzerine başka bir örnek var sırada. O halde sizleri, görselleşmiş sözcüklerden daha fazlası olmayan bir rüyada, adına Gestapo denen bir gösterenin, rastlantısal bir dokunuşla yerini bir başka gösterene, yani 'geste à peau'ya nasıl bıraktığını kanıtlayan bir simya deneyiyle baş başa bırakıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder