Fotoğrafta gördüğünüz kadından yeni filmimde oyuncu olmasını istemek için randevu alıyorum. Nedenini anlayamadığım biçimde Kadıköy PTT binasının kargo servisinde buluşuyoruz. Birbirimizi ilk kez görmemize rağmen sıkıca sarılıyor bana. Elbisesi, İkinci Dünya savaşı sırasında topal kalmışlara devlet zoruyla hizmet veren Baylan Pastahanesi gibi kokuyor. Böylesi bir yakınlık beklemediğim için hayrete düşüyorum. Onu bir an önce başka bir yere götürmemi, ailemle ilgili anlatacağı önemli şeyler olduğunu söylüyor. Biraz cesaret toplayarak evime gelip gelmeyeceğini soruyorum. Sağ elinin başparmağını dudaklarında dolaştırarak 'nereye olursa' diye yanıt veriyor. O an karnımdan bağırsaklarıma inen bir heyecanla elimi cebime atıyor ancak sadece üç liram olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. Para çekmem gerektiğini bilmeme rağmen paramı hangi bankaya yatırdığımı hatırlayamıyorum. Kadını mavi minibüslere bindirmeye utanıyor ve ondan beni beş dakika beklemesini istiyorum. Bunun üzerine gülümsüyor kadın ve sağ elinin parmaklarını ardına dek açıp beş işareti yapıyor. Sonra da elini göğsüne bastırıyor. Aldığı her nefesle göğsü üzerinde yükselip iniyor kadının eli. Tahrik dozu yüksek bu görüntüye daha fazla dayanamayıp PTT kargosunda çalışmakta olan ve daha önceleri gözüme kestirdiğim ergen-çirkin görünümlü kızın yanına gidiyorum. Çalıştığı masanın üzerinde mavi plastik bir tarak ve tarakta kalmış ıslak saçlar çarpıyor gözüme. Saçların arasında ters dönmüş kara bir sinek, ritmik çırpınışlarla yaşam mücadelesi veriyor. Sineğin mücadelesi müthiş bir mide bulantısı ve baş dönmesi yaratıyor bende. Ancak yine de kendimi kontrol edip elimi sertçe masaya vuruyorum. İşinden başını kaldırıyor kız. Daha da çirkinleşmiş olduğunu görüyorum. Ona, kendisinden çok daha güzel bir kadınla birlikte olabilmem için paraya ihtiyacım olduğunu, oysa yalnızca üç liram olduğunu, hayatım boyunca hep PTT'den alışveriş yaptığımı, bunun karşılığını almanın zamanı geldiğini ve bana en az 4.000 lira borçlu olduğunu söylüyorum. Kız, işaret parmağını dudağına götürüp sus işareti yapıyor. Masasındaki telefonu kaldırıp birileriyle bilmediğim bir dilde konuşuyor. Konuşma sırasında arada kahkahalar atıyor. Diş etleri bembeyaz oluyor ağzını her açtığında. Sonra masa birdenbire sallanmaya başlıyor. Bunu takiben masanın altından beyaz atletli, kilolu, ter içinde bir adam çıkıyor. Elinde kopmuş bir sürü kablo taşıyan adam, PTT'nin elektrik sisteminde ciddi bir sorun olduğunu ve bu aksaklığı gidermek için masanın altına girdiğini söylüyor. Tam o sırada adamın diz kapaklarında kan izleri beliriyor. Utanıyor adam ve utandıkça saçından gelen Cibali tütün kolonyası kokusu daha da artıyor. Kız, telefonu sertçe kapatarak adama derhal köpek pozisyonuna geçmesini emrediyor. Adam, elindeki kablo artıklarını kıza veriyor ve dudaklarını bükerek köpek pozisyonuna geçiyor. Hızla ayağa kalkıyor kız ve 'Terrier değil, Rottweiler pozisyonuna geçeceksin aptal kol işçisi' diye bağırıyor. Adam, bu uyarının üzerine iki kolunu daha da yaklaştırıyor ve gözlerini şaşı hale getiriyor. Kız, gördüklerinden memnun, cebinden bir avuç bayram şekeri çıkararak bana veriyor ve 'işte 4.000 liran, bu parayla dilediğin kadar mavi minibüslere binebilirsin' diye sırıtıyor. Sonra da yavruağzı rengindeki ucuz kumaş eteğini beline kadar çekerek adamın sırtına oturuyor. 'Hadi' diye bağırıyor adama, 'beni yıldızlara götür!'. Adam, pabuç kadar olmuş bembeyaz dilini dışarı çıkarıyor ve hızla soluk alıp vererek kargo odasının dış kapısına doğru yürümeye başlıyor. Elindeki kabloların en kalın olanını bir kırbaç gibi şaklatan kız, adamın poposuna düzenli olarak vuruyor. O sırada PTT'nin ışık düzeni, TRT Arı Stüdyosu'nun rengarenk ışık estetiğine dönüşüyor. Yanıp yanıp sönen onlarca renkli ampul arasında kız ve adam giderek ortadan kayboluyor. Bu kutsanmış görüntü öylesine heyecanlandırıyor ki beni, randevulaştığım kadına dönmem gerektiği ancak bir süre sonra geliyor aklıma. Hızla köşeyi dönüyorum ve kadını, belediye tarafından kulağı kavuniçi etiketle damgalanmış bir sokak köpeğini severken buluyorum. Onlarca PTT müşterisi, kadını daire içine almış ve hipnotik bir biçimde onu izliyor. Köpek seven kadınların mavi minibüslere binebilecekleri ve bundan gocunmaklayacaklarına dair ilkel bir düşünce geçiyor aklımdan. Daireyi yararak kadının yanına geliyorum. Orada olduğumu bilmesine rağmen istifini bozmuyor kadın, köpeği sevmeye devam ediyor. Oldukça hastalıklı görünen köpeğin seyrek tüylerinden Cibali tütün kolonyası kokusu sızıyor. Bayılacak gibi oluyorum. Köpeği sevdiği elini yakalıyorum kadının ve diğer elimle cebimdeki bayram şekerlerini çıkarıyorum. 'İşte' diye bağrıyorum, 'artık zenginiz!'. O anda Francis Lai'nin 'Jessica' isimli şarkısı çalıyor. Daire halindeki kalabalık el ele tutuşup etrafımızda dönmeye ve tavana bakarak şarkıyı mırıldanmaya başlıyor. Kadın ayağa kalkıyor ve henüz senaryomu okumadığını, bu yüzden filmimde oynayıp oynamayacağından emin olmadığını ama istersem sevişebileceğimizi söylüyor. Midemde uzun süre önce kurulmuş olan bir atlı karınca harekete geçiyor o an. 'Gerçekten mi' diye soruyorum. Şart koşuyor kadın; sadece ailemin evinde sevişebileceğini, aksi taktirde ülkesi olan Alaska'ya ilk uçakla geri döneceğini söylüyor. Başımı kadının göğüsleri arasına koyuyor ve elimdeki şekerlerle onu istediği yere götürebileceğimi söylüyorum. O sırada kadının göğüslerinden Cibali tütün kolonyası kokusu geliyor. Hızla başımı kaldırdığımda onun, kargo bölümünde çalışan çirkin kıza dönüştüğünü görüyorum. Elimdeki tüm şekerleri büyük bir öfkeyle yere atıyorum. Kız da sanki oyun oynuyormuş gibi attığım şekerlerin üzerinde zıplamaya başlıyor. Ayakkabılarının altında un ufak oluyor şekerler. Etrafımızda daire olmuş kalabalık, o sırada çalmaya başlayan Paul Mauriat'nın 'Viens Viens' şarkısı eşliğinde soyunmaya başlıyor. Kalabalık soyundukça binanın içine yağmur atıştırmaya başlıyor. İnsanlar, yağan yağmurun altında birbirlerine bağırarak şiirler okuyor, çırılçıplak dans ediyorlar. Onlarca şekilsiz adamın ve obez kadının çıplak bedenlerini görmeye dayanamayıp daireden dışarı çıkmaya çalışıyorum. Ancak ya birisinin poposuna, ya birisinin kollarına ya da bacaklarına çarpıp daire içinde kalıyorum çaresiz. Yere bağdaş kuruyorum. İstemsizce gülmeye başlıyorum. Başımı ellerim arasına alıyorum. Burnumu çekiyorum. Ter içinde kaldığımı hissediyorum. Kasıklarımdan gelen Cibali tütün kolonyası kokusunu kendimden saklamaya çalışıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder