Fransız işçi sendikalarının birinde (logosunda yan yana dizili A ve M harfleri var) genel sekreter yardımcısı olarak göreve alınıyorum. Sakalları göbeğinde bir adam, odamı göstermek için benimle geliyor. Dar ve rutubetli bir koridorda yürümeye başlamışken ona sosyalizmin hangi fraksiyonundan olduğunu soruyorum. 'Uzun bacaklar-dolgun göğüsler' diye yanıt veriyor adam gülerek ve cebinden mesleki kimliğini çıkarıp bana gösteriyor. Kartın üzerinde 'Sorbonne Kız Meslek Lisesi' yazıyor. Demek öğretmensiniz demeye kalmadan üzerinde adımın olduğu ancak anahtar deliliğinin olmadığı ahşap bir kapının önünde duruyoruz. Adam, çantasını aralıyor ve içinden kocaman kırmızı bir anahtar çıkarıp bana veriyor ve eğer kendisine gereksinim duyarsam odadaki masanın altındaki zile basmam gerektiğini söylüyor. Kapıyı açıp içeri giriyorum. Paris'te olmama rağmen odanın boğaz manzarası dikkatimi çekiyor ancak yine de bir an önce işe koyulmam gerektiğini düşünüyorum. Masanın üzerindeki hayli yüklü dosyaları incelemeye başlıyorum. Renault fabrikasının geçen yıl çıkardığı işçi sayısının 1.024 megabyte olduğunu, bunlardan 512'sinin iki çekirdekli olduğunu okuyorum. Sağ çekmeceden, üzerinde sosyalist kağıt sendikasının baş harfleri (SKS) olan kıpkırmızı A4 kağıdı alıp üzerine Renault ile ilgili matematiksel notlar almaya başlıyorum. 1.024 ve 512 arasındaki sayısal bağlantıyı çözebilirsem keyfi işçi çıkarımlarına son verebileceğimi umuyorum. Uzun bir çabadan sonra 1.024 sayısının 512'nin iki katı olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. Müthiş bir sevinçle üzerinde 'Telekulak' yazan kıpkırmızı masa telefonunu kaldırıyorum. Herhangi bir tuşa basmaksızın telesekreter çıkıyor karşıma. Şöyle diyor: 'Troçki ölmedi diyorsanız 1'e', Marx'ın hayaletiyseniz 2'ye, Rosa Luxemburg rüyalarımın kadını diyorsanız 3'e basın, sosyal demokratsanız odanızı terk edin. Hiçbiri değilseniz, operatöre bağlanmak için lütfen bekleyin.' Bekliyorum. Az sonra uykulu bir kadın sesi ne istediğimi soruyor. Ona, sendika genel sekreteriyle görüşmek istediğimi söylüyorum. Kadın, alaylı bir kahkaha atarak burasının bir anaokulu olduğunu ve okulun da genel sekreteri olmadığını söylüyor. O sırada tiz bir zil sesi duyuluyor ve koridordaki kapılar aniden açılıyor. Onlarca çocuk çığlığı sevinçle yankılanıyor. Bir süre gıkım çıkmıyor. Telefondaki ses üst üste 'Alo' diyor. Sesin, eski sevgilime ait olduğunu düşünüyorum ve ona B.A. olup olmadığını soruyorum. 'Ta kendisiyim' diye yanıt veriyor. Kimliğimi saklama ihtiyacı duyuyor ancak bir yandan onun burada, Paris'te bir anaokulunda neden sekreterlik yaptığını da merak ediyorum. O sırada odanın kapısı sanki kırılacakmış gibi vuruluyor. Telefonu kadının yüzüne kapatıyorum. Kapıya doğru ilerliyor ve 'kim o' diye soruyorum. Yanıt gelmiyor. Tedirgin bir tavırla açıyorum kapıyı. 1.80 boylarında, esmer, komando elbisesi giyinmiş 35 yaşlarında bir kadın çıkıyor karşıma. İçeri buyur etmeye kalmadan odanın penceresine kadar yürüyor kadın ve boğazında asılı dürbünle dışarıyı gözetlemeye başlıyor. Ona çaktırmadan masama doğru ilerliyor ve odayı gösteren sakallı adamı çağırmak için masanın altındaki düğmeyi arıyorum. Bulamayınca masanın altına giriyor ve daha detaylı bakınıyorum. Sert kırmızı plastikten yapılmış çöp kutusunun içinde L'Humanité dergisinin 1968 özel sayısını buluyorum. Dergiyi karıştırdığımda bir sürü pornografik fotoğrafla karşılaşıyorum. Derginin son sayfasında, Pravda gazetesinin reklamı var ve reklam fotoğrafında sarışın bir erkek atleti kulplu beygirde çalışırken görüyorum. Fotoğrafın altında 'Okumak Çalışmaktır, Pravda'yı seçin, Siz de Kazanın' yazıyor. Dergiyi yeniden çöp tenekesine atıp masanın altından kalkıyorum ve kadının gitmiş olduğunu görüyorum. Pencereye doğru ilerlediğimde, pervaza bırakılmış dürbünle karşılaşıyorum. Şaşkın bir tavırla alıyorum dürbünü ve boğaza doğru bakıyorum. Tuhaf bir biçimde annemi eski evimizde yemek yaparken görüyorum. Evi su basmış, su seviyesi annemin karnına kadar yükselmiş. Saçları bembeyaz olmuş annemin. Üzerinde, 'Temel Reis' çizgi filmindeki Safinaz'ın elbisesi var. Korkuyla indiriyorum dürbünü ve boğazda farklı bir nokta seçip oraya bakıyorum. Bu kez de babamı bir grayderin üzerinde kazı yaparken görüyorum. Grayderin camında doktor amblemi var. Kazılan yer bir gecekondu mekanı ve kazı alanını çevreleyen bandın üzerinde 'Dikkat Cumhuriyet Altını' yazıyor. O sırada omzuma bir el dokunuyor. Hızla indiriyorum dürbünü ve Sorbonne'da çalışan sakallı öğretmenle karşılaşıyorum. Adam, oldukça sinirli bir ses tonuyla zile gereksiz durumlarda bastığım için sendika tarafından kovulma kararının alındığını söylüyor. Dürbünü yeniden pervaza bırakıyor ve adama zile kesinlikle basmadığımı, hatta masanın altında bir zil dahi olmadığını söylüyorum. Ancak dinlemiyor beni. Elindeki kağıdı imzalamamı ve sonra da eşyalarımı toplayıp odayı bir an önce terk etmem gerektiğini söylüyor. Kağıda bakıyorum ve işten çıkarılmama neden olan '1024/512 sayılı kanun' sözcükleri dikkatimi çekiyor. Müthiş ancak dışarı yansıtmadığım bir öfkeyle kağıdı, üzerinde kızıl yıldız çıkartması olan bir kalemle imzalıyorum. Bunun üzerine işaret parmağıyla kapıyı gösteriyor adam. Başımı önüme eğiyor ve ayaklarımı sürüye sürüye aralık kapıdan dışarı çıkıyorum. O sırada ince zil tekrar duyuluyor ve koridordaki çok sayıda kapı aniden açılarak yüzlerce çocuk dağılıyor koridora. Hızla geçiyorlar beni. Aralarında kalıyorum. Yüzlerinden okunan korkunç bir hazla koridorun sonundaki et dokusunu andıran kırmızı deliğe doğru koşturuyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder