Gündelik yaşamda hiç de sevmediğim P.O. ile benzin sıkıntısı yüzünden gecenin bir vakti yolda kalıyoruz. P.O'nun elindeki haritadan Cezayir'e yakın bir yerlerde olduğumuzu anlıyorum. Bir süre sonra 'Kamyonet' marka bir polis arabası bize doğru yaklaşıyor. Uzun boylu, oldukça zayıf bir polis, arabasından inerek bize niçin yolun ortasında durduğumuzu soruyor. Ben de arabanın LPG ile çalıştığını ancak çocukluğumdan beri 'Tüpgaz' patlama sesinden ürktüğüm için arabaya benzin koymayı tercih ettiğimi ve bu yüzden yolda kaldığımızı söylüyorum. Adam, arabanın içine girip arama yapmaya başlıyor. P.O'nun yüzüne bakıyorum. O da utanarak yüzünü benden kaçırıyor. Ona esrar kullanıp kullanmadığını, arabada esrar olup olmadığını soruyorum. Yere sertçe tekme atarak sırtını bana dönüyor. O sırada polis, arabada bulduğu prezervatifte saklanmış az miktarda esrarla bize doğru geliyor. Bunların bize ait olup olmadığını soruyor. Ben de arabanın kiralık olduğunu, dolayısıyla bulduğu esrardan haberim olmadığını söylüyorum. Polis, geceyi onunla geçirmemiz gerektiğini, ancak vaktin oldukça geç olduğunu ve bu yüzden bizi evinde konuk edeceğini söylüyor. Çaresiz kabul ediyoruz. Kamyonet'e binip bir süre sonra onun evine geliyoruz. İçeriye girer girmez şaşırıyorum çünkü duvarlar Tom Waits'in ve onun albümlerinin posterleriyle kaplı. Aynı zamanda tuvalet kapısına asılmış olan 'Rush' (1991) filminin afişi dikkatimi çekiyor. Adam, ertesi gün saat 7:00'de işbaşı yapacağı için uyuması gerektiğini söylüyor. Bize salonun köşesinde büyükçe bir yer yatağı yapıyor. Yatak, ham petrol ve patates kızartması kokuyor. Adamın odasına gittiğinden emin olan P.O. soyunmaya başlıyor. Ondan nefret etsem de oldukça güzel bir vücudu olduğunu düşünüyorum. Bacak yüzeyine yakın olan mavi damarlar dikkatimi çekiyor. Üzerimdeki elbiseleri çıkarmadan yatağa uzanıp bir süre onu izliyorum. Tam külotunu indirmeden önce onunla sevişip sevişmeyeceğimi soruyor. Ben de eve yabancılık çektiğimi ama tutuklanmadan arabayı almayı başarırsak onunla yarın arabada sevişebileceğimi söylüyorum. Ve henüz cümlem bitmemişken P.O. çırılçıplak bedeniyle karnıma oturup beni hemen istediğini, aksi taktirde adamı uyandırıp onunla sevişeceğini söylüyor. O sırada odanın ortasındaki televizyon kendiliğinden çalışmaya başlıyor. Bilmediğim bir kanal, gece ajansında benimle ilgili haberler veriyor. Sarı saçlarının peruk olduğu her halinden anlaşılan spiker, gece ajansına yakışmayacak tek parça kırmızı bir mini elbise giyinmiş ve haberleri ayakta, boy planda sunuyor. Oldukça salak görünmesine rağmen keşke yanımda olsaydı diye iç geçirmeme neden oluyor. Kadın, P.O. ile yaptığım yolculuğu, arabanın yolda kalmasını, prezervatif içinde bulunan esrarı, adı 'Hassan' olan bir polisin evinde kaldığımızı, kısacası rüyanın başından beri olan her şeyi elindeki kağıttan okuyarak anlatıyor. Sonra hızını alamayıp tarih sırasına göre çektiğim filmlerin adlarını, kazandığım ödülleri ve yattığım kadınların isimlerini de haberin sonuna ekliyor. Özellikle yattığım kadınlardan söz ederken araya, aldığım diplomaların kötü çekilmiş fotokopileri ve not ortalamamı belirten transkript görüntülerinin girmesi beni müthiş derecede rahatsız ediyor. Halının altına sıkışmış kumandayı alıp televizyonu kapatıyorum. Sevişme modundan uzaklaşmış P.O. sırtını bana dönerek 'listene birini daha ekledin işte' diye sitem ediyor. Ona henüz sevişmediğimizi, isterse bundan rahatlıkla vazgeçebileceğimi söylüyorum. O da sertçe bana dönüp elindeki kanı gösteriyor. 'Sevişmediysek bu ne! Az önce kızlığımı aldın ve şimdi inkar ediyorsun' diye ayaklanıyor. Vücuduna sarılmış çarşafı indirerek elbiselerini bir bir giyinmeye başlıyor. Çarşaf, abartılı bir biçimde kanla kaplanmış. O sırada duvar saatinin alarmı çalıyor ve saatin 7:00 olduğunu görüyorum. Alarmla birlikte adam odasından dışarı çıkıyor. Ayağında yuvarlak burunlu kovboy çizmeleri var. Ayrıca eskitilmiş kot pantolonu, yeşil gömleği ve fötr şapkasıyla da olağanüstü dikkat çekiyor. Ona göreve gidip gitmeyeceğini sorduğumda, görevin iptal olduğunu ve konsere gideceğini söylüyor. Sabahın köründe hangi manyak konser verir diye sormaya çekiniyorum açıkçası. Adamı gören P.O. ise oldukça dramatik bir ses tonuyla beni ona şikayet ediyor. Gelecekteki kocasına sakladığı kızlığını fütursuzca bozduğumu, kendimle ilgili çıkan haberlere yapışık yaşayan bir narsisist olduğumu, bu kafayla gidersem istediğim filmi hiçbir zaman çekemeyeceğimi ve sıkma moduna aniden geçen çamaşır makinelerinden korkan bir zavallı olduğumu söylüyor. P.O.'yu sonuna kadar dinleyen adam, yorum yapmak yerine oldukça tepkisiz bir biçimde arabanın aşağıda olduğunu, tutuklanmamı gerektirecek bir sebep olmadığını, dilersek evinde kalmaya devam edebileceğimizi söyleyerek kapıyı çekiyor. O an evin bana kaldığı coşkusuyla önce tuvalete gidiyor ve kapıyı kilitliyorum. Klozet kapağını kaldırdığımda, sarı, uzunca bir peruğun ve çok sayıda prezervatifin klozet deliğini tıkamış olduğunu görüyorum. Çamaşır makinesinin yanında bulunan kalınca bir sopayla peruğu delikten içeri itmeye çalışıyorum. Ancak başarılı olamıyorum. Peruğu her deliğe itişimde saçlar daha da kabararak çoğalıyor. Bu sahne öylesine midemi bulandırıyor ki peruğun üzerine kusmaya başlıyorum. O an tuvaletin kapısı vuruluyor. Dışarıdan telsiz sesleri duyuyorum. Kapıyı açmamla birlikte bir haberci ordusu içeriye doluşuyor. Arkalarında pişkince sırıtan P.O'yu görüyorum. Elinde bir pankart ve pankartın üzerinde şöyle bir yazı dikkatimi çekiyor: 'Shell G Power, Mor Çatı!' Slogandan hiçbir şey anlamasam da üzerime çullanan ve soru sormakta olan onlarca gazetecinin arasından yükselerek P.O'ya güçlü bir yumruk patlatıyorum. Elmacık kemiği tıpkı bir karton kutu gibi içeri göçen kız, acı duymak yerine kahkaha atmaya başlıyor. Gazeteciler niçin 'F' klavye kullandığım, neden Greenpeace'e üye olmadığım, niçin son zamanlarda vapuru tercih ettiğim, neden rüyalarımı herkese anlattığım gibi sorular sormaya başlıyorlar. Bu son soru, garip bir biçimde 'aktif uyandıran soru' olarak aklımda kalan en net soru oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder