Nadja (Nadezhda), Rusça 'umut' demektir (1). Peki akıl bile delirmezken nasıl olur da 'umut' delirebilir? Sorunun yanıtı, tenin görüngübilimini esas alır. Buna göre, komünist partiyle Hegel idealizmini aynı soluğa sıkıştırmaya çalışan Breton, sonunda soluksuz kalarak şatafatlı bir mekanik / ezoterik estetiğin kucağına oturmuştur. Bu koltuğun da tıpkı Crevel'in kucağı gibi çıkıntısı yoktur. 'Çıkıntının olmayışı' tanımı bana, Delvaux'nun tablolarından Cocteau'nun eşcinsel yazınına kadar türlü imgeyi hatırlatsa da işbu koltuğun üzerinde oturan Breton'a ise tek bir şey hatırlatmıştır, o da çıkıntının vücuda gelmemesi için sürrealist grubun bir an önce zararlı düşüncelerden temizlenmesi gerektiğini (2). Breton'un kendi düşünsel çelişkisini grubuna yansıtarak kötü nesne temsillerini, olmayan iyi nesne temsilleriyle yer değiştirme girişimi, yani Aragon'u kızıl nasyonalist, Soupault'yu ise uyku düşkünü konformist bir imge avcısı olduğu için grubundan uzaklaştırması, Nadja'nın niçin delirdiğinin de dolaylı esaslarını oluşturur. Buna göre tinsel Soupault, Nadja'nın bastığı yerleri imlerken, Aragon ise Nadja'nın kalçalarının yerini tutmaktadır. Bir adım daha çağrışırsak, Miro, Nadja'nın bakışlarının dışsallaştığı Paris kentiyken, Fransız direnişçilerine katılarak cephe şairi olmayı seçen Eluard ise Nadja'nın bızırı olarak bir anlam ya da anlamsızlık kazanmıştır. Basitçe Nadja'yı deliliğe sürükleyen, aynı isimli metinde tek bir öpüşme sahnesinin dahi betimlenmemiş olmasıdır. Bu tinsel erotizm, bu soyut hezeyan, elleriyle değil eldivenleriyle, parmağıyla değil gösterdiğiyle ve nihayet, diliyle değil söylediğiyle mitleşen Nadja'nın, kanser olmaksızın akıl hastanesini boylamasına neden olmuştur. Bu bağlamda, Desnos ile Aragon'un aynı grupta olmasıyla tatlı / tuzlu deniz suyunun birbirine karışmaması arasındaki tek fark, suyun inadını gören Jack Cousteau'nun müslüman olması, otomatizmle toplumcu şiiri birbirine karıştıran Aragon'un ise gruptan atılmasıdır. Benzer biçimde Nadja'nın önceleri devingen vücuduyla (die funktion des orgasmus) Breton'un titrek dili (oral fibrilasyon) arasındaki tek fark, durumun farkında olan Breton'un, dilini mürekkebin hizmetine vererek (le surrealisme au service de la revolution) Nadja'yı simgeselleştirmesi, dili ruhundan çekip alınan Nadja'nın ise imgesele gerileyerek dış gerçeklikten kovulmasıdır. Nadja, kalemleştiği anda kendi tözünü simgeselde yeniden üretirken -ki Nadja'nın, Fransızca bilmediği için tüm bu olan bitenden haberi yoktur- çekirdek kendisi ise Hellraiser film serilerindeki oryantal sado-mazo kutunun tam da içine hapsedilmiştir. Öyle ki bir Rus köyünde alaca şafaktan yayılan acunsal yaşam enerjisiyle beslediği üreme organını, Paris'e göçü sonrasında, kitabın ancak ortalarında tanışabildiği bir entelektüelin yitik adımlarında yitirmesi, Nadja'nın anatomik kaderini büyük bir hızla güncelleştirmiştir. Hipokrat'ın ünlü kinetik vajina kuramını anımsatır biçimde, 1917 ruhuna sahip kendi vajinası tarafından bıçaklanarak deliliğe sürüklenen Nadja, Potemkin zırhlısının Breton zırhlısıyla çarpışması sonucu Fransa açıklarında batmıştır (3). Nadja'nın hemen yanındaki libido enkazının adı, şu tesadüfe bakın ki L'atalante'dır (4). L'atalante filminin yönetmeni Jean Vigo'yla Nadja metninin yazarı Andre Breton arasındaki en önemli fark, üzülerek söylüyorum, Vigo'nun daha 'delikanlı' olması ve sayrılı soluğuna yapışmış kötü dürtüleriyle başa çıkamayıp erken yaşta aramızdan ayrılmasıdır. Oysa Breton, soluğundaki çelişkiye rağmen sürgünde olduğu Marsilya'dan, sürgünde olacağı ABD'ye göç etmesini bilmiştir. Bu noktada Reich, ABD'de ilaç endüstrilerinin inadına kansere karşı orgon makinelerini satarak kendi ölümünü hazırlarken, Breton da o yıllarda iyiden iyiye güçlenen geometrik soyutlamacılığın inadına sürrealist düşünceyi satarak (VVV) kendi yaşamını sıfırlıyordu. Bu çelişki Breton yaşadıkça devam etti; önce sürrealist gruba ve oradan da Nadja'nın başıboş bırakılan üreme organına sıçradı. Diyalektik anlayışla kasılıp meteryalist anlayışla gevşeyen Rus usulü işbu fütüristik vajinanın, Breton'un anal nedenlerle kıvıramadığı dili gölgesinde bir natürmort halini alması, Picabia'nın beğenmediği bir resmini bıçaklaması gibi, Nadja'nın da kendi ideal işitselini bıçaklaması sonucunu doğurmuştur. Nihayetinde, Jacqueline'in yaptığı likörlü kurabiyeleri, kalemiyle eşzamanlı olarak Nadja'nın kadınlığına batıran Breton, kitabın sonunda kendisine meydan okuyacağı yerde, hedef olarak psikiyatriyi seçmeyi uygun görmüştür.
_____________________________________________(1): Kızıl Rusça'dan mavi Rusça'ya sözlükten alınmıştır.
(2): Bu konuyla ilgili olarak Edward Lucie Smith'in 'Breton'da Homofobi ve Anal Takoz Örgütlenmesi' isimli metnine göz atılabilir.
(3): Bu yorumun kapsamlı hali için 'Korku Sinemasının Psikanalizi' kitabımdaki 'Ölü Ceninler ve Gemi Enkazları Arasındaki Analojik Yaklaşım' başlıklı metne göz atılabilir.
(4): Gomeda, Tan Tolga Demirci - 2006
Nadja'nın Breton'un "eksik" uzvu olarak kendini olumlaması Breton'un mu Nadja'nın mı yoksa sizin mi objet petit a'nız?
YanıtlaSilHer şey benim fantezi alanımda olup bitiyor Sinem ama yine de gündelik gerçekliğin şu bilindik / sıkıcı odağında Breton'un ailesi ile ilgili birkaç gün önce yaşadıklarıma inanmanı beklemeyeceğim senden.
YanıtlaSilYalnızca MAZDA yazısının üzerindeki iki boğanın-kantitatif olarak iki- Breton'un ailesine dahil olup olmadığını merak ediyorum.
YanıtlaSilYazık ki günümüzde Breton ailesinden kalanlar, o iki boğadan çok onların ortasına dikilmiş apolitik ampulün patlak imgesini çağrıştırıyorlar.
YanıtlaSil