12 Haziran 2008 Perşembe

"Faust Filmini Sürrealist Arkadaşlarıma Gösterdiğimde İçlerinden Biri Bağırmaya Başladı: Aman Tanrım, Yine Yemek!"




Çeviri: Tan Tolga Demirci

Eva ve Jan Svankmajer söyleşisi


Soru: Sürekli mitler ya da masallar üzerine çalışıyorsunuz. Otesanek fikrini ilk nereden edindiniz ve onun bir film uyarlaması olabileceğini nasıl anladınız?

Yanıt: İlk kez bu mit üzerinde 80'lerin ortasında çalışmaya başladım. O sıralar mitler üzerine bir kitap yazıyordum. Karım Eva'nın da büyük yardımı oldu elbette. Kendisi bir animasyon film yapmak istiyordu. Seçtiği hikaye, benim de çok sevdiğim bir hikayeydi... Çoğu zaman masallardan beslendiğim doğru, özellikle kozmolojik masallar... Otesanek miti, doğaya karşı ayaklanma ve bu ayaklanmanın trajik sonuçları üzerine kurulu Faust miti kadar ve hatta ondan çok daha eski mitlerden biridir. Söz konusu ayaklanmayı eleştirmiyorum çünkü ayaklanmasız yaşam yoktur. Derdim sadece insanların, konusu geçen ayaklanmanın dramatik boyutlarını anlayabilmesi ile ilgili. Bununla birlikte Otesanek hayal gücüne dayalı bir film ve filmin anlamıyla ilgili kesin yorumlara sahip değilim. Bu film ya da daha önceki tüm çalışmalarım, istenildiği gibi yorumlanabilir. Çünkü 'bilinçaltı' ve 'bilinçdışı', ürettiğim işlerin tamamında etkin haldedir. Filmin sonunda kendimi izleyici gibi hissetmesini severim, çıkan işe bakar ve burada ne yaptığımı sorarım kendime. Ya da çektiğim filmin ne hakkında olduğunu...

Soru: Film yapım günlüklerinizde gördüğünüz pek çok düşü açık ve net olarak tanımlamışsınız. Bilinçdışınız, yaptığınız işler adına büyük bir kaynak olmalı.

Yanıt: Kesinlikle! Bu bir öncelik. Aslında 'bilinçsizlik' tanımını tercih ederim. Bilinçdışımdan gelen her türlü imgeyi kullanırım. Çünkü o imgelerin saflığına inanırım. Bilincinizle ürettiğiniz her şey gerçeklik tarafından etki altına alınmıştır. Sadece gerçeklik tarafından da değil, eğitim ve alınan terbiye tarafından... Ama kişinin içinde saklı olan 'asli tecrübeler', yaşanan diğer tecrübelerin en az yozlaşmış olanlarıdır. Gerçek yaratım, filmin doğru biçimde çekilmesiyle başlar. Tüm bunların hazırlanış süreci rasyoneldir. Film çekme süreci tam anlamıyla başladığında 24 saat filmle yatıp kalkmaya başlarım. Uyuduğumda, yemek yediğimde, düş gördüğümde esinlenme sürecim de başlamış olur. Asla senaryoyu baz alarak çekim yapmam, senaryoyu sadece diyaloglar için kullanırım. Çekim sürecinde 'bilinçsizlik' halimden gelen içerikle iş birliği yapmaya koyulurum. Tüm bu malzeme, filmi zenginleştirmeye başlar. Çekime başladığımda özgün senaryoda ne yazdığımdan yola çıkarak farklı bir senaryo yazarım. Her yer, tuttuğum notlarla dolmaya başlar. İlk yazdığınız senaryo üzerinden gitmek, sadece soğuk bir tecrübedir. Önemli olan film sürecinde yeniden yaratabilmek ve doğru filmi çıkarabilmektir. Kendi senaryonuz bile olsa sadece onun izinden gittiğinizde bir devlet memurundan farkınız kalmaz. Açıkçası 70'li ve 80'li yıllardaki Çekoslavak politik ikliminde yazılan senaryoların onaylanması gerekiyordu ve tabii filmler de onay aldıkları senaryodan oldukça farklı biçimlerde çekiliyordu. Bu durum, otoriteler tarafından büyük sorunlara neden oluyordu. Neyse ki böyle bir dönemi yaşamıyoruz şu anda.

Soru: Eva'ya (karısı) sormak istiyorum. Senaryo aşamasında Jan'la nasıl bir ortak çalışma içersine girdiniz?

Eva: Her zaman korku hikayeleri anlatmak istemişimdir. Çocuklara, hatta kendi çocuğuma bile korkunç gelebilecek bu proje üzerinde daha önceleri de çalışmıştım. 'Otesanek' anlatmak istediğim 'şey' açısından gerçekten de muhteşem bir malzeme içeriyordu. Ben de öyküyü Jan'a verdim, okudu, beğendi ve böylece öyküyü film dokusunda yeniden üretti.

Soru: Peki bay Svankmajer, masalın, filminizdeki Alzbetka karakterini geliştirici bir yapısı olduğuna inanıyor musunuz?

Yanıt: Bildiğiniz gibi orjinal Otesanek masalını filmimdeki çocuk kahraman (Alzbetka) iki boyutlu bir çizim kitabında okuyor. Bir tür anlatıcı yani. Okuduğu hikayenin, dolayısıyla filmin hikayesinin nereye gideceğini sadece o biliyor. Hikayenin taşıdığı mitsel boyut derinlerden yükselerek giderek kendini hayatın içine taşıyor. Alzbetka bu durumu durdurmaya, öykünün gidişatını değiştirmeye çalışıyor. Tabii her şeye rağmen mit, kendi mantık boyutlarında sürüp gidiyor. Bir bakıma çektiğim bu film, mitlerin ne kadar güçlü olabileceği ve onlarla sürdürdüğümüz savaşın ne derece şiddetli olabileceği üzerine kurulu. Filmdeki yaşlı kadın, masalı bilen diğer bir karakter ve o da mit'in esareti altına girerek kendisinden istenenleri yapmak zorunda kalıyor. Filmin sonu ise açık kaldı; yaşlı kadın, mit'in kendisine buyurduklarını yerine getirebiliyor mu yoksa getiremiyor mu sorusunun yanıtını izleyiciye bıraktım...

Soru: Açıkçası siz, 'gerçek hareketle' animasyonu birleştiren en tanıdık yüzlerden birisiniz. Ama sanıyorum, Little Otik bu anlamda diğer filmlerinizden biraz daha farklı. Çünkü filmde pek çok oyuncu yer alıyor. Oyuncularla, özellikle de Alzbetka karakterini oynayan Kristina Adamcová ile iletişiminiz nasıl oldu?

Yanıt: Küçük kız için kafamda çok spesifik bir imge vardı. Kızın, karım Eva'nın sekiz yaşındaki hali gibi görünmesini istiyordum. O kızı bulabilmek için fotoğrafçımla birlikte pek çok okulu ziyaret etmek zorunda kaldım. Çok fazla kişi testten geçti. Alice'deki tecrübelerimden sonra eğitimli bir çocuk oyuncu istememeye karar vermiştim. Çünkü 'öğretilmiş' bir tavra, tarza ve terbiyeye sahip oluyorlardı genellikle. Little Otik'in DVD sinde, Adamcová ile yaptığımız çalışma testlerini bulabilirsiniz. Oldukça zorlu bir dönem geçirdik, kendisi günden güne çok daha iyi bir konuma geldi ve filmde de iyi iş çıkardı.

Soru: Günlüklerinizde Adamcová'yı harıl harıl çalıştırdığınıza dair pek çok şey okuduğumu hatırlıyorum.

Yanıt: Bazen onu öldürmek bile istedim!

Soru: Jan ve Eva'nın çalışmaları, gerçek bir 'işbirliği' izlenimi veriyor. Ne dersin Eva?

Eva: Jan'la birlikte çalışmaktan çok mutluyum. Çünkü o birlikte çalışmaktan haz duyacağınız biri. Başka bir yönetmenle çalışmak istemezdim. Çünkü Jan, ben çalışma halinde iken bile bir şeyleri görebiliyor. Başka yönetmenlerle de çalıştım ama asla ürettiğim materyal ile ilgili tepkilerini tam olarak hissedemedim. Jan'ın hisleri benim için her zaman doğru yol olmuştur.

Soru: Bay Svankmajer, kendi sürrealist çalışmalarınızda tekrar tekrar değindiğiniz pek çok tema var. Sadece 'yemek' ve 'yamyamlık' üzerine olanlara odaklanabildim. Little Otik filminin bu metaforu nasıl genişlettiğine inanıyorsunuz?

Yanıt: Yemek yemenin sürekli tekrarladığım temalardan biri olduğu konusunda haklısınız. Bu bir takıntı bende. Takıntıların bastırılmadıklarına inanıyorum. Bendeki yemek takıntısı çocukluğuma dek uzanıyor çünkü hiç yemek yemeyen bir çocuktum ve ailem tarafından 'beslenme kamplarına' gönderilmiştim. Kampların görevi, çocukları şişmanlatmaktı. Çok ilginç ama Faust filmini sürrealist gruptaki arkadaşlarıma gösterdiğimde içlerinden biri 'aman tanrım! Yine yemek' diye çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Ben de gayet sakin 'hani nerde' diye sordum. Gerçekten de filmdeki yemek ayrıntısını farkedememiştim. Little Otik, pek çok biçimde 'mutlak yiyicilik' üzerine bir çalışma. Dikkat etmişseniz Otik sadece her şeyi yiyerek silip süpürmüyor, aynı zamanda sürekli yakıp yıkıyor. Uygarlığın her şeyi yok eden mantığını sembolize eden bir durum bu. Otesanek, kabaca 'yemeği' anlatıyor ama daha da çok yok etmenin zihniyetini...

Soru: Hiç yemek yemeyen bir çocuk olduğunuzu söylediniz. Ben ise sizin filmlerinizi izledikten sonra yemek yemeyi bıraktım. Ayrıca son filminizdeki 'sahte reklamları' izlemekten büyük zevk aldığımı söyleyebilirim. İçinde yaşadığımız tüketim kültürü üzerine güçlü vurgular taşıyordu.

Yanıt: Tüketim kültürü, uygarlığın son aşamasıdır. Toplum bir yüzyıl daha yaşamaya devam edebilir belki ama bu konformist ve tüketen yaşam biçimi, uygarlığın sonunun yavaş yavaş geldiği sinyallerini veriyor. İnsanlığın öleceğini söylemiyorum elbette ancak şu anda sahip olduğumuz uygarlığın sonunu yavaş yavaş izlemeye başladığımıza inanıyorum. Örneğin terörizm, uygarlık içinde var olan 'eşitsizliğin' sonuçlardan sadece biri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder