Kişisel tarihimdeki tüm yitirilmiş, yitirilmekte ya da yitirilecek olan kadınlar karşısındaki kaçınılmaz acizliğim, kaynağı belirsiz bir müzik ölüsünün kendini acımasızca tekrarlayan ve dayatan silik notaları kadar zulmediyor bana.
Savurmak istediğim her yumruğu işlevsiz bir şiddet simülasyonuna dönüştüren ve adına 'fantezi alanı' denen anonim bir duvara kimsenin okuyamayacağı şekilde yazdığım için kendimden utanıyorum. Ama en çok da kendimi kandırarak söylemden sıyırabilmeyi başardığım sözcükleri, iş işten geçtikten sonra ve çoktandır ölü bir zamanın tarihine yarım yamalak, alelacele kaydettiğim için utanıyorum.
Tamamı çocukluğumu kapsayacak biçimde, hayatımın tartışmalı bir zamanını korku sinemasında öldürülen kadınları kıskanarak yaşadım. Onların vakıf oldukları ve adına 'organize ölüm' denen o görkemli sırdan, hem 'cinsiyet' ve hem de 'varoluş' olarak dışlanmış olmanın acısıyla yaşadım. Ama ne yaparsam yapayım, o kadınlardan aldığım güçle kusursuz ve tam da bu yüzden hiçbir şeye benzemeyen bütüncül bir nesne olmak yerine, kime ait olduğunu bilmediğim koskocaman bir eteğin merkezinde hızla sönmekte olan bir yıldız motifi ya da zor anlar için saklanan kısmi bir nefes olmaktan kurtaramadım kendimi.
Şu an benim için öngörülen 'cinsiyet' ve 'sözcük' sınırını acımasızca katederek yine aynı acizliği yaşıyorum. Yitirilmiş, yitirilmekte ya da yitirilecek olan bir kadın karşısında ve tüm ölü notalar tarafından dışlandığım yerde, sessiz kalmak yerine anonim bir müzik olmaya çalışıyorum. Seni seviyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder