Ferrara'nın çektiği tüm filmleri hızlandırarak 90 dakikaya sığdırsanız ancak tek bir film eder. Fakat tuhaf bir biçimde, Ms.45 filminin ağır çekimde tasarlanmış şu son sahnesini daha da yavaşlatıp 90 dakikaya uzatsanız, filmleri hızlandırdığınızda elde edeceğiniz o tek filmle karşılaşırsınız yine... Nedir bu sahneyi onun diğer filmleri arasında bir 'kurucu sahne' olmaya indirgeyen; Zoe'nin erken ölümü mü, Ferrara'nın saplantı nevrozu mu yoksa bu iki nedenin biçim ve içerik dengesini gayet beklenmedik bir biçimde kurmuş olan rüyam mı?
Gerçekten de hiç alışık olmadığım bir gerçeklik duygusunun etkisiyle uyandım; yıllar önce izlediğim bu sahnenin rüyama kendini sunuşunun etkisiyle... Tıpkı nereyi işaret ettiğini bir türlü anlayamadığım bir işaret parmağının yükselişi kadar kadınsı olan bu sunuş, dakikalarca kurşun yememe rağmen bir türlü ölemiyor olduğum gerçeğini önce mutlak haz ve sonrasında ölümcül bir trajediyle belgeledi. Hiç de doğrusal olmayan bir zamanda gerçekleşen bu duygusal döngüde tetiği çekenin Zoe Lund olmasının, yani geçmişimden amatörce kesilmiş bir ağaç gibi devrilerek kopan bir başka kadını çağrıştırmasının payı büyük elbette.
Ulvi bir kostümün içinde kekeme bir fıskiyenin gelgitlerini yaşayan bu kadın, yani Lund, filmdeki sahneden farklı olarak rüyamda yalnızca ve defalarca bana ateş ediyordu. Tetiğin her çekilişinde eş zamanlı olarak karnımda ve kasıklarımda açılan kurşun delikleri, evveliyatı olmayan birer rahim boşluğuna dönüşüyorlardı. Daha öncesine ya da ötesine gidilmesi mümkün olmayan bu imgesel travma, şarjör yuvasına oturan her kurşunun önceden programlanmış mekanik refleksine benzer bir kusursuz-kurgusal düzen yaratıyordu.
Aslında daha fazla söze gerek yok çünkü kanseri azmış bir çift dudağın, kendi kırmızısını çoğaltacak kadar konuşkan ama o derece söz geçirmez oluşu, bu eksiksiz düzenin niçin 'anlam'a ve yoruma karşı ısrarla direndiğini gayet iyi anlatıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder