Bu üç sahnenin geometrik bir adı olsaydı eğer, muhtemelen 'Eşkenar Üçgenden İkizkenar Üçgene Arzunun Genleşmesi' olurdu.
İlk sahnede, Türk yapımı bir aynada kendi yansımasını izleyen Françoise ve Jacques'ın, bedeni enseden istilaya başlamış bir virüsün etkisiyle giderek birer yanılsamaya dönüştüklerini görüyoruz. O sırada arkasını dönen Türk, dans etmekte olan el yapımı aynanın virüsü hızlandıran etkisini en azından bir parça geciktirmeye çalışıyor. Ancak işe yaramıyor, Jacques giderek yok olduğunu fark etmiyor.
İkinci sahneyi yorumlarken geri adım atalım, sahnenin sözcüklerine sadık kalalım:
Kadın: Besbelli, burası da turistik bir mekan.
Adam: Ama hiç turist yok ortada.
Kadın. Peki ya siz ve ben?
Adam: Ne sen, ne de ben... İstanbul'da ne işin olduğunu merak ediyorum.
Kadın: Sizinle takılıyorum işte.
Adam: Peki benimle olmadığın zamanlarda?
Kadın: Her zaman sizi bekliyorum bayım. Burada yapılacak ne var ki, gerçek olmayan bir şehir burası, aşıklar için düzenlenmiş bir film seti.
Adam: ...
Kadın: Burada olmaz, etrafımızda bir sürü pencere var.
Adam: Evler bile gerçek değilse ne önemi var ki?
Üçüncü sahnede pencerenin gözlerini kapatır Jacques ve bir kadının diğer bütün kadınlar için 'kadın' olmasına benzer biçimde yalnızlaştıkça kendini çoğaltan Françoise'nın beden mimarisine aşık olur...
Öyleyse yalnızca kendinin özeti olabilecek böylesi bir aşkın nasıl gerçekleştiğine yeniden bakalım:
1) Arkası değil, ardı dönük olan 'öteki'nin kapalı arzusundan yayılan virüsün dişil ense-bedenden başlayarak eril zihin-bedeni işgali.
2) Tüketilen sözcüklerin kişisel tarihi bir zorunlulukla ve panzehir işlevi görerek 'oryantal öteki'ni saf dışı bırakması.
3) Her şeye rağmen virüsün, kendi arzusunu sonsuza dek tekrar edebileceği bir başka dişi beden bularak erkeğin bakışını ve varlığını işgali.
Eğer böyle aşık olabiliyorsanız ne mutlu yoksa gidin kendinize yeni bir film bulun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder