İçten içe birbirimizi anladığımızı düşündüğüm bay T.K. ile onun evinde buluşma kararı alıyoruz. Oldukça hızlı yaşayan biri olduğu için telefon edip buluşma planının devam edip etmediğini soruyorum. Planı onaylıyor ancak üzerime marjinal bir şeyler giyinmem gerektiğini söylüyor. Dolabı açıp elbiselerime bakıyorum. Marjinal hiçbir seçenek çarpmıyor gözüme. Sonra yıllardır kapısını açmadığım ve girişin hemen yanında bulunan küçük depoda bir şeyler olabileceği geliyor aklıma. Geç kalacağım korkusuyla acele açıyorum deponun kapısını ve korkunç bir gürültüyle idrar kokan oyuncak ayıların, bacakları koparılmış Barbie bebeklerin, Zippo benzini kokan uzaktan kumandalı arabaların, kafaları asitle yakılmış oyuncak askerlerin ve kullanılmış onlarca kadın pedinin altında kalıyorum. Korkuyla ve biraz da zorlukla ayağa kalkıp tüm bu oyuncakların depoda ne işi olduğunu soruyorum kendime. Sonra da aklıma bir fikir geliyor. Gidip dikiş kutusundan 4-5 tane çengelli iğne alıp yeniden depoya geri dönüyorum. Oyuncakların içerisinde bulabildiğim küçük ve tüylü hayvanları çengelli iğne yardımıyla sarı renkli tişörtüme iğneliyorum. Bir süre sonra tişörtün tamamı oyuncak hayvanlarla doluyor. Uydurduğum bu kostümü T.K'nın beğenebileceği inancıyla evden ayrılıyor ve onun yürüme mesafesindeki müstakil evinin önüne geliyorum. Sanki orada olduğumu sezmişçesine evin aralık kapısından çıkıyor T.K. ve üzerimdeki kıyafeti görür görmez basıyor kahkahayı. Koskoca bir yönetmene böyle giyinmenin hiç de yakışmadığını, adeta saçmaladığımı ve üzerimdeki oyuncakları bir an önce sökmem gerektiğini söylüyor. Bunca verdiğim uğraştan dolayı aşağılanmış hissediyorum kendimi. O anda T.K'nın da benimle aynı renk ama üzerinde farklı desenler olan bir tişört giyinmiş olduğunu görüyorum. Az da olsa içimi rahatlatıyor bu ortaklık. Bahçedeki ahşap masanın yanındaki sandalyelerden birine oturuyorum. Ayakta durmayı tercih ediyor T.K. 'Neden kostümün yok senin' diye soruyorum. Yüzündeki gülümseme, yerini kederli bir ifadeye bırakıyor. Sağ eliyle tişörtünü boğazına kadar kaldırıyor ve kıpkırmızı olan karnını gösterirken 'kostümüm var benim, kırmızı şapkalı kızım ben' diye söyleniyor donuk bir sesle. Kız arkadaşı tarafından ciddi bir şekilde dövülmüş olabileceğini düşünüyorum. Sanki kızın adını biliyormuş gibi 'Melis mi yaptı bunu sana' diye soruyorum. Kızın adını kafamdan uydurmama rağmen bozuntuya vermiyor T.K. ve başını sallayarak olumluyor. Müthiş bir dayak olmalı diye düşünürken üzerimdeki oyuncakları sökmeye başlıyorum. Uzunca bir süre uğraştıktan sonra etrafıma bakınıyor ve T.K'nın ortalıktan kaybolduğunu görüyorum. O sırada evden hayli şişman, elinde mutfak robotu ve tüylü ev terlikleriyle çıkan bir kadın görüyorum. Kadın, gülümseyen bir ifadeyle yanıma gelip 'hoşgeldin' diyor ve elindeki mutfak robotunu masaya koyup içerisindeki hamur kalıntılarını tırnaklarıyla sökmeye başlıyor. Üzerimde kalmış birkaç oyuncak parçasından utanıp kadını yalnızca gülümseyerek selamlıyorum. Bir yandan da T.K'nın, hayli şişman bu kadınla nasıl seviştiğini, onu nasıl sevgilisi olarak görebildiğini merak ediyorum. 'En azından, ciddi anlamda zihinsel bir paylaşımları olmalı' diye düşünürken kıza ne okuduğunu soruyorum. 'Uzatmalı Semantik' diye yanıt veriyor. 'Uzatmalı' sözcüğünün anlamını çözmeye çalışıyor ve tuhaf bir biçimde şu sonuca varıyorum: 'Uzatmalı sözcüğü, uzayıp kısalabilen portatif bir fallusu, yani kızın erkini temsil ediyor.' Sonra da bu kadar cinsiyetçi düşündüğüm için kendimi suçlayıp pekala bu sözcüğün kız tarafından üniversiteyi geç bitirmiş olduğu için kullanılabileceğini düşünüyorum. Ancak bir süre sonra bu düşünceden de vazgeçip, acaba T.K ile 'uzatmaları' oynuyor da bana sevgili olmamız için sinyal mi veriyor paranoyasına kapılıyorum. Fakat ne olursa olsun, açık terliklerinden görebildiğim kadarıyla ayaklarının güzelliğine rağmen böylesi şişman bir kadınla asla sevgili olamayacağımı düşünüyorum. Bir yandan da tuhaf bir biçimde T.K ile kızın arasını bozmak istiyorum. Ona, 'Uzatmalı Semantik' okumasına rağmen niçin mikserde kalmış hamur kalıntılarını sökmekle zaman kaybettiğini, yapacak daha iyi bir işi olup olmadığını soruyorum. Kocaman suratına oturmuş kemik saplı gözlüklerini düzeltiyor kız ve şehla gözlerini gözlerime dikip kazıdıklarının hamur parçası olmadığını söylüyor. İyiden iyiye meraklanıyor ancak sormaya da çekiniyorum. Çaktırmadan, mavi eteğinin altından boğum boğum görünen bronz bacaklarına bakıyorum. T.K. ile yataktaki performansını, bacaklarını onun beline nasıl sarabildiğini ya da dilini ne sıklıkta kullandığını hayal etmeye çalışıyorum. O sırada evden dev bir siyah Rottweiler çıkıyor ve hızlı adımlarla gelip önce kızın bacaklarını ve sonrasında kafasını eteğinin içine sokup cinsel organını büyük bir iştahla yalamaya başlıyor. Kızın suratında en ufak bir değişim olmaksızın, hatta biraz daha sert bir ifadeyle hamur kalıntılarını kazımaya devam ediyor. Köpekten gelen şapırtı sesleri, 'katır kutur' seslerine dönüşüyor. Ürkek bir tavırla tam sandalyeden kalkacağım sırada 'otur' diye bağırıyor kız. Tereddütsüz yeniden yerime oturuyorum ama aynı anda köpeğin de oturmuş olduğunu görüyorum. Komutu bana mı yoksa köpeğe mi verdiğini düşünürken bir kez daha aşağılanmış hissediyorum kendimi. Nereden bulduğunu anlamadığım ancak yine de kızın 'içinden' kopardığını düşündüğüm kanlı kemik parçasını kemirmeye başlıyor köpek. 'Aferin Melis' diye söyleniyor kız köpeğine bakarak. Melis isminin kendisine değil köpeğine ait olduğunu fark ediyor ve tüm cesaretimi toplayıp adını soruyorum kıza. 'Menis' diye yanıt veriyor. 'Menis' isminin 'Uzatmalı Semantik' okuyan bir kıza hayli yakıştığını düşünüyorum. O sırada T.K, kafasını uzattığı ev kapısından el işaretleri yaparak beni içeri çağırıyor. Menis'ten izin isteyip kalkıyor ve kapıya doğru ilerliyorum. Yanından geçerken hırlıyor köpek. Daha yakından baktığımda karın bölgesinin kıpkırmızı olduğunu görüyorum. Merakla aralık kapıdan içeri giriyorum. Su bardağında ağzına kadar dolu viskisini içiyor T.K. ve bir yandan da Menis hakkında konuşmaya başlıyor. Kızın aslında hizmetçisi olduğunu, ailesinin uzun zaman önce Uluabat Gölü'nde boğularak öldüğünü ve kızın bakımını kendisinin üstlendiğini, asıl kız arkadaşının ise birkaç saat içinde Polonya'dan geleceğini söylüyor. Sonra da elini cebine atıp kızın fotoğraflarını gösteriyor. Menis'ten çok daha şişman olan bu kadını görür görmez T.K'nın zevk anlayışının ciddi anlamda değişmiş olabileceğini düşünüyorum. Ona neden şişman kadınlarla birlikte olmayı tercih ettiğini sorduğumda bilge bir ifadeyle kütüphanesine gidip koca bir kitapla geri dönüyor. Üzerinde 'Dünya Anatomi Atlası' yazan kitabı masanın üzerine koyup sayfalarını çevirmeye başlıyor. Her sayfada çıplak-obez kadın fotoğrafları, hepsi de gülüyor ve karın bölgeleri kıpkırmızı! Şiddetle atlası kapatıyor ve bu yaptığının yasalara aykırı olduğunu, dünyayı şişman kadınların ele geçirmesi için gizlice örgütlendiğini, bu yüzden de kendisini ihbar edeceğimi söylüyorum. Bardağın içinde işaret parmağını gezdiriyor T.K ve yavaş adımlarla odadaki masanın üzerinde duran oyuncaklara doğru ilerliyor. İçlerinden oldukça çirkin bir köstebek figürünü alıp çengelli iğne yardımıyla üzerimdeki tişörte iğneliyor. 'Hadi git şimdi' diyor, 'nereye istersen ihbar et'. Suçluluk duyarak ancak söylediklerimi de yutmadan aralık kapıdan dışarı çıkıyorum. Menis'i ve Melis'i göremiyorum ortalıkta. Bahçe masasının üzerine bırakılmış mutfak robotunun yanından geçerken içindeki hamur kalıntılarına saplanmış kırık tırnak parçaları dikkatimi çekiyor. Evin önündeki sokaktan yürümeye başlıyor ve bir an önce dönmek için taksi arıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder