Ne yaparsam yapayım, iki belirtiden kaynaklı onlarca işaretin, sahip olduğumu iddia ettiğim varlığı, hayatımın bir döneminde ve bir süreliğine de olsa kıstırdıkları gerçeğinin üstesinden gelemiyorum. Ses ve görüntü olarak dahil olduğum kurgusal düzene saldıran bu işaretler, onları kabul ettiğim, ancak zihinsel kronolojinin dipsiz noktalarına kadar itelediğim zamanlar farklı, asla kabul etmediğim ve kendi gerçeklik duygumun dışına ötelediğim zamanlar ise daha farklı bir mesajın taşıyıcısı oluveriyorlar. Görüntü ile ses uyumsuzluğundan kaynaklanan, yüzleri tam anlamıyla silik öteleştirilmiş kabuslar ve görüntü ile sesin muhteşem uyumundan türeyen, yüzleri yüzüme dönük, olduğum noktayı damgalayan, böylece orada hiç olmamış olduğum hakikatinin üzerini çizen tanıdık figürler arasında, bakışıma dair öncelikleri sıralarken buluyorum kendimi. Klorlu suyun derinlerinde ve zamansız görülen bir düşün manyetik etkisi altında eğilip bükülmekte olan havuz fayanslarından kopma bir çift bakış görüyorum. Kendisine bile inanmayan inatsız bir ruhun eklemli vücudundan kopup gelmiş bir çift bakış... Tasarım zırhına yenik düşerek esnemeksizin sonsuza uzanan bir tramplenden bakışlara değil ancak bakılan noktaya kendimi bırakmak, dört ses duyumunu da beraberinde getiriyor; dalma anının tanıdık hazzını, ağıza fermuar çekme jestiyle sınırlanmış ebeveyn gürültüsünü, aniden fren yaparak verdiği tüm kararları hareket imgesinin karşı merkezindeki kararsızlığa dönüştüren henüz terk edilmiş bir kadın mırıldanışını ve yapıştırdığı sakızları takip ederek oyun kağıtlarından yaptığı evin içinde yolunu bulmaya çalışan küçük bir kızın ayak seslerini... Kahve falında, kahve falı baktığını gören birisinin kendi zihinsel ikizi ile aynı zamanda, aynı anı yaşıyor olmasına benzer biçimde, ben de bakışın odaklandığı yerde, bakılan yer olmanın hazzını yaşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder