Benden kendisini Isabelle olarak çağırmamı istedi. Sarıya kaçan sayfaları kesim hatası yüzünden birbirinden ayrılmamış ucuz bir dergi adına benzeyen ama aynı zamanda dikkatsizce yapılmış bir eylemi, günaha sürükleyen bir çağrıyı ya da haz ve hoşnutsuzluğu aynı enerji duygusunda taşıyan bu isim, onu tanıdıkça tutarsızmış gibi görünen anlamlarından sıyrılarak tenimde sürüklenmekte olan silik bir ‘kadeh’ dövmesine dönüşecekti. Kısa saplı, ilk bakışta biçimsiz olduğu ön yargısı yaratan bu kadeh, onunla geçireceğim her gün, bedenimin başka yerlerinde belirip, beni kendi gerçekliğime karşı iyiden iyiye şüpheye sürükleyecekti. Tüm bu varsayımlar, onu izlemekte olduğum anı, aniden parlayan bir ışıkla donatıp üzerinde özenle düşünülmüş tüm görüntüleri sıradan bir mizansene dönüştürüverdi. Isabelle, beyaz ipeksi çoraplarından sıyrıldı. Gölgesi, adının ardına düştü. Yıllar öncesinden kalma adımlarına işitsel bir devamlılık kazandıran siyah topuklu ayakkabılarıyla bir kaç adım atarak tam önümde durdu. Kişisel tarihimin giderek yamulan aksak mum aleviyle aydınlatılan bedeni, farkındalık sınırının dışında bir gülümseyişle ucuz şehir elektriğinden yayılan ışığa hapsoldu. Büyük su kabarcıklarını andıran kırmızı simlerle dolu çantası, omuza temas eden deri sapından koparak ayaklarının dibine düştü. Tam çantaya yönelmişken, sağ elini hareket alanıma uzatarak durmamı istedi. Gözlerimi çantadan ayırıp ona doğru kaldırdım. Benden onu götürmemi istedi. Nereye olursa, ne kadar çabuk olursa, onu alıp belleğinden çok uzaklara götürmemi istedi. Arzulayan ile arzulanan arasındaki eş zamanlılık sorunu, mekan ve özne arasındaki mesafeyi, zaman ve düş arasındaki mesafenin üzerine oturttu. Doğru cevaplar ile cevap anahtarı arasındaki mutlak uyumun tersine, bu sağlama yönteminde su yüzünde sığ bir arzu kalakaldı. Arzu hedefi, arzu duyumunun altında kayboldu. Cevap anahtarı, doğru yanıtları kandırarak, ‘yanıt’ eyleminin altında yitip gitti. Peki tüm bu yanılsama zinciri içersinde arzuladığım neydi ya da kimin arzusuydu? Arzu, belleğin korunması için tehlikeli bir seferberlik ilanıysa korumaya çalıştığım bellek tam olarak ne ile ilgiliydi ya da kime aitti?
Isabelle'in benden önce yaşamıyormuş gibi görünen, benden sonra da benden habersiz yaşıyor olacağı izlenimini veren kayıtsızlığını, bilinçli bir strateji olarak görmekten çok, farkında olmadığı bir savunma durumu olarak düşünmeyi tercih ediyorum. Kime karşı savunma? Kendine karşı mı yoksa onu benim safhıma getiren fiziksel gerçekliğin, anlama karşı direndikçe onun bir parçası olmaktan kendini kurtaramadığı hayat yasalarına mı? Onu çok seveceğimi şimdiden biliyorum. Bu sevginin, kendi düşünce tarihimin sınırlarından oldukça uzaklarda, beni yok oluşun kıyılarına taşıyacağından eminim. Ancak belki de böylesi bir bilinmeyen güce karşı ilk kez karşı koymak yerine, bu gücün beni tahmin sınırlarımın ötesinde ele geçirmesine izin vereceğim. Güçsüzlüğümün sınırlarını, kendimi dinlemediğim bir anda itiraf etmek için bu kadının hareket alanı içinde giderek kayboluyor olmanın acısını çıkaracağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder