'Sesi alınmış cinayet' vurgusunun, tam olarak hayatımın hangi dönemini işaret ettiğini sorgulamaya çalışıyorum. İşitselin kaybıyla, yaşandığı ya da yaşatıldığı varsayılan cinayet duygusu, stabil bir görsel değerde kendi estetiğini üretiyor. Donmuş bir çığlık görüntüsünün, nereden geldiği belirsiz ustalar tarafından gerçek zamanda çerçevelenip salon duvarına asılması gibi, sesi ortadan kaybolmuş bir cinayet kurgusu da nedeninden soyutlanarak kendi kişisel tarihimin müzesine kaldırılıyor. Cinayeti kimin işlediği sorusunun ardına düşen anlamı ya da cinayet mahalinin mekansız ve zamansız bir sürekli yer değiştirme takıntısının odağı haline geldiğini görmezden gelişim, hiç kuşkusuz şüphelerin kendi üzerime çekilmesine neden oluyor. Belki de bu korku, yani yaşamadığım bir anı ‘yaşanır’ kılma paranoyası, cinayeti başka bir cinsiyetin üzerine yıkma eylemini perçinliyor. Sesi alınmış bir cinayet olan ‘kadın’ı, hem cinayetin nedeni ve hem de kendisi olarak kuruyor olmakla, cinayetin geometrik konumunu kendi lehime ufak bir söz katkısıyla değiştiriyorum. 180 derece kuralını ihlal ederek çizginin diğer tarafına attığım adım, cinayetin görsel değeri ile ona yatırdığım duygusal değer arasında, yine kendi lehime bir denge unsuru yaratıyor. Ancak buna rağmen içimde kurulan mahkemelerin sürekli ileri bir tarihe ertelenişleri, cinayet ve suçsuzluk arasındaki mesafeyi, nedensiz oluşan açık bir yara gibi sürekli canlı tutuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder