1960'lar sürecinde yükselen 'Anti-Psikiyatri' hareketinin cengâver temsilcilerinden olan Thomas Szasz'ı ilk kez 1994 yılında tanıdım. O yıllarda birlikte olduğum kadından, Szasz'ın 'mekanist-maddeci' ve 'Über Objektiv' yöntemleriyle kurtulmaya çalışıyordum. Ancak sonum hüsran oldu elbette; ne Jungian oneiromancy ve ne de Szaszian anti-psikiyatri kurtarabilmişti beni bu 'Post-ergen Borderline' yaratığın elinden... Ayrı konu, isteseniz de bir daha dönmeyeceğim!
Şimdi sizleri New York State Üniversitesi'ndeki kürsüsünü hayatıyla eş zamanlı olarak üç yıl önce kaybeden bu çılgın adamın; 20'li yaşlarımın kurucu öğesi olan Szasz'ın bir konuşmasıyla baş başa bırakıyorum. Yaptığım çeviri aşağıdadır:
"Okul yetkilileri bir anneye oğlunun hasta olduğunu ve ilaç kullanması gerektiğini söylediğinde, nasıl bilsin anne tüm bunların düpedüz bir yalan olduğunu; nasıl bilsin uzmanların 'Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu' adını verdikleri tanının bir hastalık olmadığını. Psikiyatri tarihinin uzmanı değil ki anne... Yüzyıllardır psikiyatrinin 'teşhis' adını verdiği şeyin aslında insanları damgalayıp da kontrol altına almaya çalıştığı şey olduğunu nasıl anlasın anne?
Size çarpıcı birkaç örnek vereyim: Güneydeki siyahi köleler özgürlük için mücadele ettiklerinde, bunu adı 'özgürlüğe kaçış' değil, 'Drapetomania' adı verilen illet idi. 'Drapetes: Kölelikten Kaçış' ve 'Mania: Çılgınlık'... Uydurmuyorum! Bu gerçekten de yasal bir teşhisti, tıpkı 'Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu' gibi.
Kadınlar ki dünya nüfusunun yarısını oluşturuyorlar, eğer erkeğin egemenliğine karşı başkaldıracak kadar 'budala' bir tavır takınmışlarsa, bu kez de 'Histeri' adı verilen illetten acı çekiyorlardı, başıboş dolaşan rahimleri yüzünden!
Tüm bu davranışların hiçbiri hastalık değildi, hala da değil. 'Dikkat Eksikliği Bozukluğu'nun bir hastalık olmadığı gibi! Hiçbir davranış ya da yakışıksız davranış hastalık değildir, olamaz. Hastalık dediğimiz şey bu değil. Öyleyse çocukların nasıl davrandığının bir önemi yok. Onları gözlemenin bir anlamı da yok. Eğer hastaysa çocuk, nesnel bilim ve testlerin ışığında hekimler tarafından teşhis edilebilir. Tam da bu yüzden doktora gittiğinizde kanınız alınır ya da röntgeniniz çekilir. Kimse nasıl davrandığınızı duymak istemez.
Altmış yıl önce tıp fakültesindeyken, sadece bir avuç akıl hastalığı vardı; en fazla altı, yedi... Şimdi ise üçyüzden fazla! Ve her geçen gün yeni bir hastalık keşfediliyor. Bir çocuğun akıl hastası olduğunu söylemek ona tanı koymak değil, onu damgalamaktır. Çocuğa psikiyatrik ilaç vermek onu zehirlemektir, tedavi etmek değil.
Hastalıklar, bedenin işlev bozukluklarıdır; kalp, karaciğer, böbrek, beyin gibi... Tifo bir hastalıktır. Bilir ve sorgulamazsınız. Peki 'Bahar Yorgunluğu?...' Türkçe bilmeniz yeter! 'Bahar Yorgunluğu' bir hastalık değildir.
Kendimize hatırlatmamız gereken, psikiyatrik zorlamalara karşı mücadele etmektir. Önemli olan budur. Oysa yeterince insan bunun önemli olduğunu düşünmüyor. Tüm engellere rağmen asli görev, psikiyatriye karşı mücadele bağlamında ortaya konacak ısrarı korumaktır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder