Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi'nin Alsancak kampüsündeyim. Giriş sınavlarını kazandığımı, hatta mezun olduğumu bilsem de yıllar sonra okulu ziyaret ettiğim için başka bir sınava tabi tutuluyorum. Basket potasının olduğu alanda ve kucağımda test kitapçığı ile yapayalnızım.
İlk soru: "Aşağıdaki filmlerden hangisi Yeşilçam'a ait değildir?" Yanıtlar: 'Hayallerim, Aşkım ve Sen', 'Gece Yolculuğu', 'Canım Kardeşim' ve romandan uyarlandığı vurgulan 'Arzunun O Belirsiz Çıkmazı.' Hemen sonuncu şıkkı işaretliyor ve bu kadar ucuz bir yanıt uydurdukları için de eğitmen kadrosunu ayıplıyorum. İkinci soru daha da tuhaf: 'Su gibi akmak deyimi sette geçen zaman için de kullanılabilir mi?' Sorunun iki yanıtı var: 'Evet' ve 'Hayır.' Kurnazca sorulmuş bir soru olduğunu düşünüyor ve sette zamanı kontrol edebileceğimizi, dolayısıyla ekonomik kullanılan bir zamanın su gibi akmayacağı çıkarımını yapıyorum. Ama yine de tuhaf bir hisle 'Evet' şıkkını işaretliyorum. Üçüncü soru şöyle başlıyor: 'Hayatımızın da filmlerdeki kurguya benzeyen bir yapısı olduğunu hiç düşündünüz mü?' O sırada barakaların olduğu taraftan dev bir şarap fıçısı, stop-motion hareket estetiği ile yirmi-otuz metre yuvarlanarak önce demir parmaklıkları kırıyor ve sonra da parmaklıkların ardındaki otobüs durağına çarpıp parçalanıyor. Soruları hazırlayan kadronun böylesi bir mizanseni nasıl yaratmış olabileceklerine dair duyduğum hayranlığı gizleyemiyorum. Hayatımdaki kurguyla şarap fıçısı arasında bir bağlantı kurmaya çalışırken fıçıya ait tahta parçaları yine stop-motion bir görsel estetikle bir araya gelerek, bu kez daha küçük bir fıçıya dönüşüyor. Ve beklenen şekilde fıçı, bu kez bulunduğum yere doğru hareketlenip bahçenin tam ortasında duruyor. Onu takip ederken çınar ağacının tam önündeki bankta oturmuş olan André Breton'un 60-65 yaşlarındaki halini görüyorum. Gri takım elbise ve pardesü kuşanmış Breton'un tam arkasındaki ağacın üzerinde ise ötmekte olan bir kuş dikkatimi çekiyor. Kuş, Breton'a simetrik olarak ve onun tam hizasına denk gelecek biçimde konumlanmış. Hemen telefonumun kamerasıyla bu muhteşem kompozisyonu resimlemek istiyorum. Test kitapçığını yere bırakıp kadrajı yapıyorum. Tuhaf bir biçimde her çektiğim fotoğraf, kuşun gözünden bir perspektif sunuyor; art arda ne kadar fotoğraf çekersem çekeyim sonuç hep kuş bakışı bir görüntüye dönüşüyor. Yeni bir görsel kompozisyon için bulunduğum konumu terk edip Breton'a biraz daha yaklaşıyorum. Bir yandan da fotoğraf çektiğimi anlamasın diye kendimi kamufle etmeye çalışıyorum. Kendisine daha yakın olduğum bir anda o da kuşu fark edip ona doğru dönüyor. Sonrasında cebinden çıkardığı cep telefonuyla kuşun fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Bu görüntü beni o kadar büyülüyor ki kaydetmek için yeniden telefona yapışıyorum. Ancak bu kez de çektiğim her fotoğraf, Breton'un perspektifinden çekilmiş fotoğraflara dönüşüyor. Bir türlü kendi bakışımı yakalayamadığım için dövünüyorum. Tam o sırada Breton'un çağdaşı olduğu kuşku götümez 3-4 fötr şapkalı adam, Breton ve kuştan oluşan kompozisyonu görüntülemeye çalışıyorlar. Biraz dikkatli bakınca içlerinden birinin Paul Eluard olduğunu anlıyorum. Ama yine de önüme geçmeleri beni bir hayli sinirlendiriyor. Tam test kitapçığına geri mi dönsem diye düşünürken kuşun uçarak Breton'un sağ eline konduğunu görüyorum. Hayli sıcak olan bu davranışa aynı sıcaklıkta cevap vermeyen Breton, bir daha uçmaması için kuşu kanatlarından sıkıca tutuyor. O an bu sahnenin testte sorulmuş bir soru olabileceğini ve hemen analiz etmem gerektiğini düşünüyorum. Kuşu 'kendim' olarak düşünüyor ve Breton'a olan bağlılığımın uçmamı mümkün kılmadığı sonucuna varıyorum. Sonra da yapmış olduğum bu basit ve aptalca sembolik yorum için kendimden utanıyorum. Breton'un olduğu konuma doğru biraz daha ilerlediğim sırada fötr şapkalı adamlar kol kola girerek okul sahasını terk ediyor. Breton, Fransızca bir şeyler söyleyip -hiçbirini anlamıyorum- elindeki kuşu uçması için havaya fırlatıyor. Ne var ki kuş uçmaya çalışsa da beceremeyip yere çakılıyor. Ölmüş olabileceğini düşünüp korkunç bir panik yaşıyor ancak yine de aralarına girmeye cesaret edemiyorum. Ağlama isteğimi güçlükle bastırıyorum. Breton yerde sersemlemiş olan kuşu yeniden eline alıyor ve bir kez daha aynı sözcükleri söyleyerek havaya fırlatıyor. Bu kez, birkaç aksak kanat çırpıştan sonra kuş nihayet uçmayı başararak kimsenin erişemeyeceği bir yere konup ötmeye başlıyor. O kadar melodik sesler çıkarıyor ki Breton'u unutup kuşu dinlemeye başlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder