Antalya'da düzenlenen uluslararası psikiyatri kongresinin kaçıncısıydı bilemiyorum ama Thomas Szasz'dan ya da David Cooper'dan alıntı yapmayacağıma dair parmak izim ve sözüm alındıktan sonra kongreye konuşmacı olarak çağrıldığımı hatırlıyorum. Sonu 'Bilmem Ne'nin Psikanalizi' ile biten başlıklardan biriydi konuşmamın konusu; 'Giderek Kırmızıya Dönen Trafik Işıkları ve Fransız Sinemasında Geçit Vermeyen Anal Obsesif Kadın Karakterlerin Psikanalizi' gibi bir şeydi sanırım, hatırlamıyorum gerçekten...
Yine de kongreye neden katıldığımı çok iyi hatırlıyorum; psikiyatrların psikiyatrı Otto F. Kernberg'le tanışma fırsatını yakalamak için elbette! Tek derdim, kendisiyle gecenin kör bir saatinde Lara plajında sözleşmek ve yattığımız yerden gökyüzüne bakarak hangi parlayan yıldız-nesnenin sevgili annemi ve hangi sönmüş olanın babamı temsil ettiğine dair yarı metafizik, yarı astro-psikanalitik bir konuşmayı gerçekleştirmekti. Ama sonunda ne oldu? Kendi yaşamım dahil her şeye geç kaldığım gibi Bay Kernberg'e de geç kaldım! Otele yerleştikten sonra stajyer bir kızdan aldım kötü haberi. Wilhelm Reich'a gönderme yapan literatürümü bağışlayın ama bitkisel olduğu kuşku götürmez bir orgazmı temsil eden o güzelim köprücük kemiğini titrete titrete bana Kernberg'in otelden ayrıldığını söyledi stajyer kız... Hayallerim yıkıldı... Takım elbiseli otel görevlileri tarafından bileğime takılan ve bir psikiyatr simülakrından daha fazlası olmadığımı mühürleyen acun mavisi bilekliğin izniyle üst üste birkaç kadeh şarap içtikten sonra otelin önündeki plajda soyunup çırılçıplak denize girdim. Derdim, Otto Rank'ın meşalesiyle ana rahmine giden yolu bulmak değildi elbette ya da bileşik bir kelimeden daha ölümlü olmayan bir Tan'atos deneyimi yaşamak... Sadece hayatımda kaçırdığım ne kadar insan varsa hepsine boy vermek istedim. Listenin sonuna, bileşik bir kelimeden daha anlamlı olmayan ass'solist Otto Kernberg'i de koyarak, kaçırdığım herkese ve her şeye boy verdim.
Neyse ki on dakika sonra, başarılı bir doğumu temsilen ve avaz avaz bir öksürüğün eşliğinde kıyıya ayak basmayı başardım! Anadan doğma çıplaklığımı kamufle ederek yalnız'ca psikiyatrların eğlendiği 40 metrekarelik bardan bozma bir ortama sürtünmesiz geçiş yaptım. Mekanda herkes nefes almaksızın o gün gerçekleşen paneller hakkında sohbet ediyordu. Ancak grubun içinden biri, bir kadın, diğerlerinden çok daha heyecanlı-hezeyanlı bir ritmde konuşarak dikkatimi çekmeyi başarmıştı. C. G. Jung'tan söz eden ve her nefes alışında nefesinin yarısını kutsal mı kutsal dolunaya hibe eden bu kadının yarıçapına kadar yaklaşmaya cesaret bulsam da günahlarım kadar tenime sinmiş ahlakım gereği Miss. Professional'ın konuşmasını bitirmesini bekledim. Her şeyin bütünüyle sona erdiğinden emin olduktan sonra ona şu soruyu sorduğumu hatırlıyorum:
- Kulak temizleme çöpüyle üst üste orgazm olan bir öğrencim var. Bu kötü huyundan kurtulmak istiyor. Aktif imajinasyon tekniğini önerir misiniz?
Jungian değil ve fakat Freudian bir mucizeyle ağzından düşen sarma sigarasının üzerine basarak hiddetlendi kadın.
- Ben senin filmlerindeki açılara karışıyor muyum? Sen de sohbetimize karışma lütfen!
Bu tepkiden sonra ne denize dönecek enerjim ve ne de Kernberg'in hayrına nesne ilişkilerimi yeniden düzenleyecek umudum kalmıştı. Odama dönüp en sevdiğim Fransız filmlerinden birini -Céline et Julie Vont en Bateau- düşünerek uyuyakaldım.
... Aynı isimli filmden paylaştığım bu yarım yamalak dans sahnesini o gece tüm detaylarıyla rüyamda gördüm...
Ertesi gün konuşmamı yapmadan önce pantolon fermuarımı iki kez kontrol ettim ve rüyayı olduğu gibi dinleyicilere aktardım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder