Oslo'dayım ve ıssız bir sokağın kıyısında cüzdanımı karıştırıyorum. Bir sürü gereksiz evrak içinden sonunda bir eskort kızın kartını buluyorum. Kartın üzerinde Çekçe yazmasına rağmen adı Barbara olan kızın Oslo'da olduğundan emin bir şekilde karttaki numarayı arıyorum. Telesekreter çıkıyor ve Kadıköy civarında bir adres veriyor. Ancak adresin Oslo'da olduğuna o kadar eminim ki karda bata çıka yürüyerek sonunda evi buluyorum. Tüm zillerde Barbara adıyla karşılaşıyorum ve en alttaki zile basıyorum. Kapı otomatik olarak açılıyor. Ve en alt zile basmış olmama rağmen en üst kata çıkıyorum. Olağanüstü bir kadın kapıda karşılıyor beni. İngilizce konuşan 1.80 boylarındaki bu sarışın kadın, 1970'lerin Alman usulünce dekore ettiği evinde ve şöminenin yanında misafir ediyor beni. Siyah, uzun topuklu ve üzerinde beyaz kedi tüyünden yapılma ponponlar olan deri bir ev terliği giyinmiş. Her adım atışında çıplak ayağı deriye sürterek tok bir ses çıkarıyor. Şöminenin yanındaki mini bardan bir şişe şarap ve tirbuşon alıyor kadın. O ana kadar hiç görmediğim tirbuşon, kürtaj sırasında kullanılan bir jinekoloji enstrümanını hatırlatıyor bana. Şarabı zamanında açamayıp rezil olmaktan korkuyorum. Uzun ve gereksiz olduğunu düşündüğüm bir uğraş sonrasında nihayet şarabı açmayı başarıyorum ve büyük bir iştahla Barbara'ya döndüğümde, onun 13 yaşlarında bir kıza dönüştüğünü görüyorum. Elinde bir havyar konservesi var ve bacak bacak üstüne atmış onu kaşıklıyor. Müthiş çirkin olan bu kızı, Çek aktris Kristina Adamcová'nın küçüklüğüne benzetiyorum. Tam oradan uzaklaşmayı düşünürken içeri dev gibi bir adam giriyor ve küçük Barbara'yı kolay bir hamleyle alıp dizine yatırıyor ve var gücüyle vurmaya başlıyor. O kadar hızlı vuruyor ki tokatlar bir süre sonra yumruğa dönüşüyor ve kızın teninde kalp şeklinde bir morluk oluşuyor. Barbara, o kadar yumruğa rağmen babası olduğunu düşündüğüm bu devasa adamın kucağında havyar konservesini yemeğe devam ediyor. Adama müdahale etme hakkını kendimde görmeyerek bu şiddete bir son vermesi için Norveç polisini arıyorum. Telefona çıkan adam Türkçe konuşuyor ve beni lunaparkta bekleyeceğini, geç kalmamam gerektiğini söylüyor. Telefonu kapatıp Barbara'nın poposunda patlayan yumruk sesleri eşliğinde evden çıkıyorum. O sırada Norveç polisi tekrar arıyor ve on beş yıl önce çektiğim televizyon programlarından birinin Norveç televizyonunda gösterildiğini, ekipçe programı izlediklerini söylüyor. Etrafıma bakınıyorum ve tıpkı 'Assassin's Creed' oyununda olduğu gibi çevremin aniden şekil değiştirmeye başladığını, olağanüstü bir lunaparka dönüştüğünü görüyorum. Polise bu olanları telefonda anlatmaya çalışıyorum ancak söylediklerime inanmıyor. Onu lunaparkın balerini yanında beklemem gerektiğini, az sonra geleceğini ve şikayetimi dinleyeceğini söylüyor. Telefonu kapatıp canlı ve ayakları kesilmiş bir biçimde platformun üzerine monte edilmiş balerinin yanına gidiyorum. Ellerinin yana doğru açık olma sebebiyse plastik bir çarmıha gerilmiş olması. Balerine polisin gelmek üzere olduğunu, tüm bu işkenceden kurtulmasına az kaldığını, dayanması gerektiğini söylüyorum. Balerin ağlamaya başlıyor ve bana filmlerdeki kadınlar gibi bakamadığı için büyük bir suçluluk duyduğunu söylüyor. O sırada balerinin tırnakları etinden ayrılarak yere ufalanıyor. Ölmek üzere olduğunu düşünerek platformun üzerine çıkıp ona sıkıca sarılıyorum. Çarmıha gerildiği kollarının altından keskin bir ter ve bıngıldak kokusu geliyor burnuma. Sonra balerinin bedeninden yayılan müthiş bir sıcaklıkla kendimi ondan ayırıyor ve alevler içinde yanıyor olduğunu görüyorum. Hızla platformdan aşağı iniyor ve çığlık atmaksızın alevler içinde yanmakta olan balerini izliyorum. O an içimi müthiş bir hüzün ve açlık duygusu kaplıyor. Yiyecek bir şeyler bulmak için çevreme bakıyorum ve tuhaf bir biçimde balerin platformunun başka bir yerde olduğunu görüyorum. Buna eminim çünkü platformun üzerinde büyük, renkli harflerle 'Ballerina' yazıyor. O halde az önce yanan kimdi diye yeniden önüme döndüğümde, platformun üzerinde yazmakta olan 'Jeanne d'Arc' ismiyle karşılaşıyorum. Uzaktan gelen polis sirenleri eşliğinde lunaparkı terk ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder