Klorlanmış havuz suyuyla vaftiz edilen ve adı 'Rosa' olan bir burjuva kadınla aynı mekanı paylaşıyorum. Rosa, ülkede iktidara gelen kadınların kanlı öyküsünü okuyor. Ayağının ucundaki arkası ezik babet sallanarak ayak tabanına organize bir serinlik iletiyor. Rosa'nın babetlerine bakarak ve kekeme bir haz imgesinin ritmik olmayan çağrısına uyarak, uzandığım dilenci şezlongunun üzerine boşalıyorum. Okuduğu 'Yaklaşan Devrim Tarihi' kitabını elinden bırakan Rosa, çırılçıplak elleriyle mayomun kenarından sızan şoklanmış deniz anası kıvamlı dölü avcunun içinde topluyor ve güneş sarısı yüzüne sürüyor. Sonra şöyle bağrıyor çim biçme makinesini çalıştırmakla uğraşan sonradan demokrat babasına:
'Yüzüme sürdüğüm kemiksiz tin, provitamin ve proletarya arasındaki kimyasal açığı kapayacak yakın geleceğin kendisidir. İşçi sınıfını yok ederek sınıfsız bir toplum yarattığını düşünen tüm post kapitalist patronları yok edecek bir silah taşıyorum yüzümde! Bana bakan ölecek! Bana dokunan ölecek!'
Uzaktan kumandalı çocuk refleksli çim biçme makinesinin altında can veriyor baba. Rosa, yüzündeki çocuklarımla birlikte adaşı Rosa Luxemburg'un mezarını ziyarete gidiyor. Aylar sonra Rosa'nın kitabını okumak geliyor aklıma. Bir kadından söz ediyor kitap, yüzü musluk anahtarıyla darmadağın edilmiş bir kadından, külotunda kanlı çimento lekesi... O an Rosa geliyor aklıma ve aniden, kuzeyden rüzgar yiyerek ezilmiş bir babetin içinde uyanıyorum, kemiksiz, aseksüel ve beyaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder