Önceden tasarlanamayan yürüyüş hızınla odanın gerçekliğini parçalayarak balkon camına doğru yol aldığında, tüm vücudun ahşap bir su terazisine dönüşüverdi. Ellerini cam kenarına bastırıp hafifçe dışarı sarktın. Omzundaki melek dövmesi, kanatlarında birikmiş kanla havalandı. Nereden geldiği belirsiz bir ışık düştü sırtınla bacakların arasına. "Yağmur başlayacak" dedin, "eğer aynı anda ağlamayı öğrenemezsek büyük bir felaket olacak..." O an üzerine düşen ışık giderek eridi ve kendi karanlığına çekildi. Yüzünü sokağın diğer ucuna çevirip bir şarkı mırıldanmaya başladın:
Come closer don't be shy
Stand beneath a rainy sky
The moon is over the rise
Think of me as a train goes by
Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me
Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinden biri diğerine göre daha kısıktı. Ağrısız bir ölüm gibi bakıyordun. Tam ellerimi yüzüne götürecekken patlamayı andıran bir ses duyuldu. Elbiselerin yavaş yavaş ıslanmaya başladı. Çok geçmeden yüzün ve bedenin sular altında kaldı. "Demiştim sana büyük bir felaket olacak diye. Sonunda patladı bedenime yakıştırdığın su terazisi. Sırları dışarı taşan dengesiz bir arzu enkazıyım artık. Kaçıp kurtar kendini André, az sonra tüm İstanbul sular altında kalacak!..." Öyle de oldu. Felaketin nasıl başladığını yalnızca ben görebildim.
Cok guzel ve guclu bir mektup olmus (ya da siir, ya da hikaye, ya da sen hernasil adlandirirsan)...
YanıtlaSil'Su Terazisi' ama belki başka bir mırıldanmayla.
YanıtlaSilAşk da kolajdır zaten unisom.
YanıtlaSil