Nasıl bilmiyorum ama uzun süre görüşmemiş olmamıza rağmen seni ziyaret etmemi istiyorsun. Büyük bir mutlulukla dışarı çıkıyorum ve İstanbul'un Londra'ya dönüşmüş olduğunu görüyorum. Warren Street ve Cihangir adeta yer değiştirmiş. S.Pastanesi, 'Warren Street' metro çıkışı olmuş...
Bir süre dolaştıktan sonra yalnızca yaşadığın evin yerinde durduğunu fark edip seviniyorum. Dışardan zile basıyorum ve iki adım geri atıp pencereden bakıp bakmadığını kontrol ediyorum. O sırada pencereden bir el uzanıp aşağı bir fotoğraf bırakıyor. Fotoğrafta, kapı zillerinin önünde çekilmiş bir çocuk var. Kartın arkasını çeviriyorum, adım yazıyor. Fotoğraftaki çocuk gibi zillere bakınırken kapı otomatik olarak açılıyor.
Merdivenlerden çıkıyor ve her zaman olduğu gibi dış kapıyı açık bulup içeri giriyorum. Çilekli sakız kokusu... Sonra sesini duyuyorum, şarkı söylüyorsun ancak bir türlü göremiyorum seni. Odaları dolaşıyorum. Önce yatak odasına giriyorum. Onlarca yastığa farklı renkte ipek kılıflar geçirilmiş. O sırada yüzümü duvara dönüyor ve geçen sene duvara yazdığım ismimin silinmediğini görüp olağanüstü bir huzur hissediyorum. Ancak bu huzur kısa sürüyor çünkü o duvarı kesen diğer duvarın üzerine kırmızı tükenmezle yazılmış yüzlerce Türk ve yabancı isim var!
Şaşkınlığımın ortasında odaya giriyorsun. Pembe bir saç kurutma makinesiyle saçlarını kuruttuğunu görüyorum. Duvardaki isimleri gösteriyorum sana. Gülümsüyor ve onların isim değil, son yazdığın senaryonun parçaları olduğunu söylüyorsun. Sonra da senaryonu filme çekip çekmeyeceğimi merak ediyorsun. Büyük bir hüzünle yatağın kenarına çöküyorum. Gülümseyerek konuşmaya devam ediyor ve saçlarını beğenip beğenmediğimi soruyorsun. Başımı sallıyorum sadece. Odadaki komodinin üst çekmecesini açmamı ve oje beğenmemi istiyorsun. Sonra yeninden banyoya dönüyorsun. Çekmeceyi açıyorum. Beynin organik yapısıyla ilgili okuduğun kitabın kapak sayfasına not alınmış telefon numaraları görüyorum. Bunun dışında çekmece içinde prezervatifler ve 66 ekran bir televizyonun kullanma kılavuzu var. Çekmeceyi kapatıyorum ve sessizce gitmeyi geçiriyorum aklımdan.
Koridoru geçiyorum ve tam dış kapının önündeyken arkamdan yaklaşıp elimi tutuyorsun. Öpüşmeye başlıyoruz. Kısa bir süre öpüşmemize rağmen nefes nefese kalıyorum. Kendimi geri çekiyor ve gülmeye başlıyorum. Neden güldüğümü soruyorsun. Çocukken gördüğüm kötü bir düş olarak tüm yaşadıklarımı yeniden anlatıyorum; Warren Street'e dönüşmüş Cihangir'i, pencereden atılan fotoğrafı, yatak odanı, duvarı, çekmeceleri... Tüm bu imgelerin çocukluğuma ait bir kurmaca olduğunu söyleyip, sonsuzluğun burada ve şu anda bizimle birlikte olduğunu müjdeliyorum. Sonra da birlikte izlemek için sevdiğim bir filmi getireceğimi söylüyorum sana. Yeniden başlayacaksak hayatımızda sinemanın olmaması gerektiğini söylüyorsun ve senin için bunu feda edip edemeyeceğimi soruyorsun. Sinemanın umrumda olmadığını ancak son bir film izlememiz gerektiğini yineliyorum. Sessiz kalıyorsun. Sana sarılıp hızla evden çıkıyorum.
Güçlükle evime ulaşıyorum, filmi alıp yeniden aynı yollardan geçerek evinin önüne geliyorum ancak kapı zillerindeki tüm isimlerin kırmızı tükenmezle yazılmış olduklarını görüyorum. Aralarında senin ismin yok. Korkunç bir panikle gözlerimi kapatıp çocukken çekilmiş olan zillere baktığım o fotoğrafı hatırlamaya çalışıyorum.
bu ne tatlı bir çocuk . neden üstündeki montta kız figürü var? takıntıların geçmişi buradanmı başlıyor .
YanıtlaSilYazık ki o yıllarda, keşfettiğiniz figürün üzerine kusmayı alışkanlık haline getirmiştim...
YanıtlaSiloğuz kağan da kırk günlükken ata bınmış kımız içmişti. tanıstığımıza memnun oldum.
YanıtlaSilerken yaşta kesilmiştir.
YanıtlaSilSon olarak izleyeceğiniz film hangisiydi? Ya da son olarak izlemek istediğiniz film belli miydi?
YanıtlaSilBu fotoğraf bir kolaj değil mi? Çocukluğunuza ait bir kurmacayı canlandırdınız bir kolaj...
YanıtlaSilAma açıkçası asıl fotoğrafta neye böyle merakla baktığınızı merak ettim ve hiç değişmemişsiniz:) burada da poz vermemişsiniz.
O'nunla son olarak izleyemediğimiz film, bundan sonra çekeceğim film olacak...
YanıtlaSil