29 Temmuz 2010 Perşembe

Kızım


İlk kez gördüğüm kızımı, W.Wald'ta, takma anüs taşıyan bir grup yaşlı kadına servis yaparken buldum.

27 Temmuz 2010 Salı

Hükümsüzdür

Gittiğim her yerde ve kimliğimden her sıyrılma çabamda otorite ile burun buruna gelmek kaçınılmaz oluyor: İşte çekirdek kendiliğe gerilemeden önceki son polis kontrolü...

2005 / Şubat - Aldgate East

27 Temmuz 2010 - Rüya


Nasıl bilmiyorum ama uzun süre görüşmemiş olmamıza rağmen seni ziyaret etmemi istiyorsun. Büyük bir mutlulukla dışarı çıkıyorum ve İstanbul'un Londra'ya dönüşmüş olduğunu görüyorum. Warren Street ve Cihangir adeta yer değiştirmiş. S.Pastanesi, 'Warren Street' metro çıkışı olmuş...

Bir süre dolaştıktan sonra yalnızca yaşadığın evin yerinde durduğunu fark edip seviniyorum. Dışardan zile basıyorum ve iki adım geri atıp pencereden bakıp bakmadığını kontrol ediyorum. O sırada pencereden bir el uzanıp aşağı bir fotoğraf bırakıyor. Fotoğrafta, kapı zillerinin önünde çekilmiş bir çocuk var. Kartın arkasını çeviriyorum, adım yazıyor. Fotoğraftaki çocuk gibi zillere bakınırken kapı otomatik olarak açılıyor.

Merdivenlerden çıkıyor ve her zaman olduğu gibi dış kapıyı açık bulup içeri giriyorum. Çilekli sakız kokusu... Sonra sesini duyuyorum, şarkı söylüyorsun ancak bir türlü göremiyorum seni. Odaları dolaşıyorum. Önce yatak odasına giriyorum. Onlarca yastığa farklı renkte ipek kılıflar geçirilmiş. O sırada yüzümü duvara dönüyor ve geçen sene duvara yazdığım ismimin silinmediğini görüp olağanüstü bir huzur hissediyorum. Ancak bu huzur kısa sürüyor çünkü o duvarı kesen diğer duvarın üzerine kırmızı tükenmezle yazılmış yüzlerce Türk ve yabancı isim var!

Şaşkınlığımın ortasında odaya giriyorsun. Pembe bir saç kurutma makinesiyle saçlarını kuruttuğunu görüyorum. Duvardaki isimleri gösteriyorum sana. Gülümsüyor ve onların isim değil, son yazdığın senaryonun parçaları olduğunu söylüyorsun. Sonra da senaryonu filme çekip çekmeyeceğimi merak ediyorsun. Büyük bir hüzünle yatağın kenarına çöküyorum. Gülümseyerek konuşmaya devam ediyor ve saçlarını beğenip beğenmediğimi soruyorsun. Başımı sallıyorum sadece. Odadaki komodinin üst çekmecesini açmamı ve oje beğenmemi istiyorsun. Sonra yeninden banyoya dönüyorsun. Çekmeceyi açıyorum. Beynin organik yapısıyla ilgili okuduğun kitabın kapak sayfasına not alınmış telefon numaraları görüyorum. Bunun dışında çekmece içinde prezervatifler ve 66 ekran bir televizyonun kullanma kılavuzu var. Çekmeceyi kapatıyorum ve sessizce gitmeyi geçiriyorum aklımdan.

Koridoru geçiyorum ve tam dış kapının önündeyken arkamdan yaklaşıp elimi tutuyorsun. Öpüşmeye başlıyoruz. Kısa bir süre öpüşmemize rağmen nefes nefese kalıyorum. Kendimi geri çekiyor ve gülmeye başlıyorum. Neden güldüğümü soruyorsun. Çocukken gördüğüm kötü bir düş olarak tüm yaşadıklarımı yeniden anlatıyorum; Warren Street'e dönüşmüş Cihangir'i, pencereden atılan fotoğrafı, yatak odanı, duvarı, çekmeceleri... Tüm bu imgelerin çocukluğuma ait bir kurmaca olduğunu söyleyip, sonsuzluğun burada ve şu anda bizimle birlikte olduğunu müjdeliyorum. Sonra da birlikte izlemek için sevdiğim bir filmi getireceğimi söylüyorum sana. Yeniden başlayacaksak hayatımızda sinemanın olmaması gerektiğini söylüyorsun ve senin için bunu feda edip edemeyeceğimi soruyorsun. Sinemanın umrumda olmadığını ancak son bir film izlememiz gerektiğini yineliyorum. Sessiz kalıyorsun. Sana sarılıp hızla evden çıkıyorum.

Güçlükle evime ulaşıyorum, filmi alıp yeniden aynı yollardan geçerek evinin önüne geliyorum ancak kapı zillerindeki tüm isimlerin kırmızı tükenmezle yazılmış olduklarını görüyorum. Aralarında senin ismin yok. Korkunç bir panikle gözlerimi kapatıp çocukken çekilmiş olan zillere baktığım o fotoğrafı hatırlamaya çalışıyorum.

25 Temmuz 2010 Pazar

O'na


Önceden tasarlanamayan yürüyüş hızınla odanın gerçekliğini parçalayarak balkon camına doğru yol aldığında, tüm vücudun ahşap bir su terazisine dönüşüverdi. Ellerini cam kenarına bastırıp hafifçe dışarı sarktın. Omzundaki melek dövmesi, kanatlarında birikmiş kanla havalandı. Nereden geldiği belirsiz bir ışık düştü sırtınla bacakların arasına. "Yağmur başlayacak" dedin, "eğer aynı anda ağlamayı öğrenemezsek büyük bir felaket olacak..." O an üzerine düşen ışık giderek eridi ve kendi karanlığına çekildi. Yüzünü sokağın diğer ucuna çevirip bir şarkı mırıldanmaya başladın:

Come closer don't be shy
Stand beneath a rainy sky
The moon is over the rise
Think of me as a train goes by

Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerinden biri diğerine göre daha kısıktı. Ağrısız bir ölüm gibi bakıyordun. Tam ellerimi yüzüne götürecekken patlamayı andıran bir ses duyuldu. Elbiselerin yavaş yavaş ıslanmaya başladı. Çok geçmeden yüzün ve bedenin sular altında kaldı. "Demiştim sana büyük bir felaket olacak diye. Sonunda patladı bedenime yakıştırdığın su terazisi. Sırları dışarı taşan dengesiz bir arzu enkazıyım artık. Kaçıp kurtar kendini André, az sonra tüm İstanbul sular altında kalacak!..." Öyle de oldu. Felaketin nasıl başladığını yalnızca ben görebildim.

23 Temmuz 2010 Cuma

Pomacea Canaliculata



'Rastlantı', sürüngenler familyasının alt türüdür.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Metamorfoz


Beklenti, bekleyişin negatifi. İlki kadınlar, ikincisi ölüm için.

Ballbusting


Orgazmın kaldırma kuvveti, yıkandığınız suyun kaldırma kuvvetine eşittir.

20 Temmuz 2010 Salı

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Sahil Sıkıntısı


Yüzü olmayan bir kadına tarih yazmak gibi bir niyetim olmasa da omuzlar dışında sana en çok benzeyen fotoğrafın bu olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Boğazlanmış saçın ve ustalıkla baktığın yer, kafanda öldürmeye çalıştığın -belki de çoktan öldürdüğün- adamı ele veriyor. Onu öldürmeyi istemekte haklıydın. Kısa bir birlikteliğiniz olsa da her sabah onun yüzünden aynı sahil sıkıntısıyla uyanıyordun.

Sonsuzluğa iştahlanan huzurun ardında kalan atık zaman parçaları... Sıkıntıyı huzurlu bir tekrarmışçasına yaşatan, işte o parçalardı.

Yazgısal bir teslimiyetle sürekli senden önce uyanan ve güvercinlerin dilini çözmeye çalışan o adamın kafasında renksiz bir tencere vardı. Sonra sen o tencereyi pembeye boyadın. Kanlı bir rüzgarla havalandı eteklerin. Gözlerin büyüdü. İşaret parmağını ön dişlerin arasına yerleştirip nerede hata yaptığını düşündün. Bunu düşünmek, hata yapmaktan daha çok zevk verdi sana.

29 Mayıs 2009:

"Her verilen karar, verilmiş bir önceki kararı düş olarak algılar; hedefini ona kitleyerek büyük bir özenle kendini 'geçmiş' kılacak düşünceyi harekete geçirir. İleri doğru ivmelenen ancak gölgesi geriye düşen 'karar', eninde sonunda verilmiş bir önceki kararın yanı başında, sonraki kararın kendini düş olarak algılamasını bekler. Adaya gitme kararı, görsel bir şölen tadında orada öylece durup çürüyor olduğumuz düşüncesini 'soyut bir zaman' algısına indirger. Kendimiz tarafından üretildiğine inandığımız ve yalnızca bizim paylaşımımız sonrasında belleği kanla dolacak olan bu 'zaman', çürüyor olma düşüncesinden arındırır bizi. Hız, çürümenin ölü ikizidir."

19 Temmuz 2010:

Çürüsek de hala seviyorum seni.

13 Temmuz 2010 Salı

Gomeda VS Kanal D


Bu gece saat 22:00'de Kanal D'de gösterime giren Gomeda'nın sansür çizikleri:

Sansür 1: Cücenin, para kasasının üzerinden atlayarak intihar etmesini makaslamışlar. Kapitalizme mi yoksa cücelere duydukları saygıdan mı, anlamadım...

Sansür 2: Kamyondaki tüm sohbet, o sırada içilen ot yüzünden kesilmiş.

Sansür 3: Tolga'nın küvette ölen adama giriş sahnesinde, prezervatiflerin yakın planı kesilmiş... Halbuki o prezervatiflerin altındaki isimler çok önemliydi.

Sansür 4: Tolga'nın prezervatif diken kadına olan yaklaşma sahnesi kesilmiş. Prezervatif delik olduğunda mutlaka dikilmeli!

Sansür 5: Miss.Turkey sahnesinin kan kusma sahnesi kesilmiş. 

Sansür 6: Ebru'nun çadıra ilk girişte gördüğü rahim fotoğrafları da kesilmiş.

PS: Buna rağmen TV Cut'ını yapan bayanı -erkek işi değil bu- yürekten alkışlıyorum çünkü 6 sansürün dördünü, filmin yönetmeni olarak ben dahi zor anladım.

Man-nequin


Savaş filmlerinin altın kuralı: Kameranın safında bulunduğu cephe, savaşı mutlaka kazanır.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Symrna


İlk sevişmenin yaşandığı ev. Sadece 44 saniye.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Filmin Sonu


Yatağıma 6 (U.K.) punto ile yazılmış siyah sözcükler...

Büyütünüz

4 Temmuz 2010 Pazar

Kapak Fotoğrafı


Bu fotoğraf, 1970'li yıllarda basılması muhtemel hangi kitaplara ya da reklam afişlerine 'kapak' olurdu?

1) Kuaförlerin Devletleştirilmesi Sürecinde Yıpranmış Saçlarla Mücadele Tarihi.
2) İtalyan Mutfağı ve Cinsel Devrim Özel Sayısı.
3) Eşinizi Rahat Bırakın, 10 Derste Kendi Nevrozunuzu Kendiniz Yaratın.
4) Adet Geciktirici Olarak Modifiye Edilmiş Gripin.
5) Maddeci Tarih Açısından Kadın, Vajinismus ve Yabancılaşma (Bal Özlü Şampuan Hediyeli).
6) Venlafaxine Kullanın, İçinizdeki Militanı Keşfedin.
7) Stalinist Aşk ve El Ele Tutuşmanın Diyalektiği (Konferans Notları).
8) Kızıl Balon Anaokulu, Evladınız Bizim İşimiz!
9) Freudo-Marksist Açıdan Küçük Burjuva Kadının Anal Dönem Örgütlenmesi.
10) Godard Sinemasında Kadının Jump-Cut Mücadelesi ve Avant-Garde Praksis.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Bir Balık Kılçığından Daha Savunmasızdır


Bayan Katcha Zvolska, 2001 Temmuz ayında tarafımdan ve tam da fotoğrafa baktığınız açıda yedi saat beklenmiş ve o süreçte altta yazılı metin kaleme alınmıştır.

'Beklenti' sözcüğü, 'beklemek' fiilinin imgesidir. Birincisi sonsuzdur, ikincisi, sonsuzluğun somutlaşmış talebidir. 'Beklenti', öznesizdir. Hedefi, yalnızca kendisidir; mutlak biçimcidir, sadece organize atmosferlerle yayılır ve atmosferin tükenmesiyle birlikte kendi 'oluş' halinin öncesine geriler. Bir kadının önceden tasarlanmış bir buluşma mekanına gelmesi, 'ertelenen birliktelik' ve 'birliktelik sonrası boşluk' deneyimlerinin her ikisidir. Buluşma anı, 'terk etme' anının düşsel ikizidir. Tersi doğru değildir. 'Beklenti' kararı, beklenen nesnenin enerjisini katederek 'bekleyiş' anını buluşma anının ötesine taşır. Böylece beklemek, terk etme kararının pratiği ile özdeşleşir, böylece buluşma hevesi, yitirme arzusunun pratiği ile özdeşleşir. Bekleten kadın, 'beklemek' düşüncesini 'beklenti' imgesine geriletmekle kalmaz, aynı zamanda 'buluşma' anını olanaksız bir yazgı olmaktan da kurtararak ona 'ulaşılamaz gerçek' süsü verir. Bu kendiliğinden eylemin cinayet süsüyle olan tek benzerliği ise bekleyen kişinin, bekledikçe yitirdiği 'beklentisinin' farkında olmayışıdır.

PS: Kendisi buluşmaya gelmemiştir.