17 Mart 2009 Salı
André Breton Yönetiminde 2. Süperego Zirvesi
André: Sen, kendi kültürünü paslı bir vapur gibi yarıp kadınlarımı çalıyorsun. Sonra da şikayet ediyorsun, sevgiye karşı bağışıklığım kalmadı diyorsun. Senin ölümün planlı bir ölüm olacak. Yani nasıl istiyorsan öyle olacak. Nasıl korkutuyorsa bir kadının sana açtığı eteklerinden aşağı yuvarlanmak, öyle korkacaksın kendi elinle ve başkalarının arzularıyla hazırladığın ölümünden. Sen bir Anadolu kadınının çengelli iğne yardımıyla tarlaya düşürdüğü çocuğusun. Ağzını her açışında, belleğinde yücelttiğin kilden kadın heykellerini yıkmaya çalışan amatör bir lav yığınısın. Sadece kendini yok eden bir tutarlılık, sadece kendine yayın yapan bir kuş ötüşüsün. Ne zaman birini sevmeye kalksan sırtın yere geliyor. Sorun ya sırtında ya da sevdiğin kadında. Beni arkana alarak ülkende şimdiye dek görülmemiş bir düşü formüle etmeye çalıştın. Ne kadar bilimsel! Ne kadar anlamlı! Git ve kadınlarını olması gerektiği gibi sev. Suratlarından burjuva ahlakı akan kısa etekli kadınlarımı sentetik düşlerinde delik deşik etmek yerine, köylü bir kadının kafasındaki testinin öyküsünü yaz ya da ne bileyim, mucizevi bakışlarıyla Marksist düşünceyi, düşünce olmaktan çıkarıp romantizme dönüştüren ahlaksız kadınlarımla sidik yarıştıracağına, karadenizli bir kadının sırtına vurduğu ormanda küçük çapta bir yangın çıkar. Böylesi senin için daha iyi. Benim adımı ve heyecanımı kullanarak kendi içinde yaşattığın bu ucube akımın ipini de kendin çek. Rahat bırak ruhumu, şaraba ve ekmeğe bulanmış öğle yemeğimi, yazdıklarımı, geçmişimi! Kendi tarihine yarım bıraktığın yerden devam et. Sevme yetilerini kaybettikleri için intihar etmeyi seçen kumarbazlarımızın eli yerine ülkende ne kadar Maraş dondurmacısı varsa onların elini takip et ve onları suçla seni oral zevkin buzul çağından mahrum bıraktıkları için. İnadını onarmak adına batılı psikiyatristler yerine şark hizmeti yapmış ve örtük anıların gizini kahve fallarıyla kaldırmaya çalışan psikiyatristler kirala. Bırak benim sigaramdan otlanmayı. Git boğazda çay ve nargile iç, kendi ülkene has melankolik öykülere yatırım yapmış tütünleri kavuştur dumanına. Önemli olan, farklı tatlara sahip iki deniz suyunun karışmayışı değil, farklı coğrafyalardan farklı kadınları seven iki şairin sigara dumanlarının karışmayışıdır. İşte sana gerçek mucize. Bu etnik sis genetiğini bozmaya ne senin ne de başka birinin gücü ve nefesi yetebilir.
Breton: Haklısın André.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
“Ben artık alıştığım gibi yaşamaya çekilmeliyim: Tek başıma; bir tek büyük adamların ve bir ayının, odamdaki ayı postunun yakın dostluğuyla yapayalnız olarak.”
YanıtlaSilFlaubert'in annesine İstanbul'dan yazdığı 15 Aralık 1850 tarihli mektuptan..
değerli breton çok "intim" bir diyalog olmuş ancak kulak misafiri oldum, ufacık bir "kayısı marmeladı bulaşmış soru"m var (bir yandan marmelatlı ekmek yiyorum): marksist düşünce ulaştığı noktaları düşündüğümüzde, zaten "romantik" değil midir?
YanıtlaSilSigismund Freud'un 'ruhsal bütünlük' adına bir tehlike olarak vurguladığı 'return of the repressed' ilkesi, sosyal ideolojiler kapsamında ve günümüzde, nostaljik bir değerden daha fazlası değildir. Bu noktada mezarından kaldırılan Marksizm de sözü edilen nostaljik rüzgarın, emdikçe tadı güçlenen (marmelatlı ekmek) esaslı bir parçasıdır sevgili Vaziyet.
YanıtlaSilsayın breton, bay freud'un "return of the repressed" ilkesinin nostaljik bir değer olduğu fikrine katılamayacağım doğrusu. özellikle de bugünlerde! aslına bakarsanız sizin tarifinize göre de "romantizm"e ulaşıyoruz, ancak siz hem romantizmi hem de marmelatlı ekmeğimi nostaljik bir değer yapmaya heves etmişsiniz belli ki. bu heveste bendenizin yaşı ile ilgili kabullerinizin rol oynadığı şüphesi ise beni rahat bırakmıyor :)
YanıtlaSilheyhat! ben ise marksizmin dönüştürme çabasının romantikliğine işaret etmeye çalışıyordum soruya marmelat bulaştırarak.
Sevgili Vaziyet,
YanıtlaSil* 'Return of the repressed', ruhsal bütünlük adına taşıdığı tehlike vurgusunu halen devam ettirmektedir, bu anlamıyla nostaljik bir değer içermez. Sözüne ettiğim, onun 'sosyal ideolojik' bir görünüm dahilinde ortaya çıkış biçimidir. Nostaljik olan tam da budur...
** Yaşınızı sormak istiyorum ancak beni de rahat bırakmayan bir şeyler var ne yazık!
değerli breton;
YanıtlaSil*açıklama için teşekkür ederim. bu, marksizmin bir anlamda "romantik" olduğu konusundaki saptamamı yanlış kılmıyor değil mi?
**:) yanlış anlaşıldım sanırım, konu yaşım değil, "sizin yanıtlarınızı şekillendirmenizde yaşımla ilgili kabullerinizin çok fazla rol oynadığı" şüphesiydi.
Sevgili Vaziyet,
YanıtlaSilNostalji ve romantizm arasında güçlü bir ilişki olduğu yadsınmaz bir gerçek. Böylelikle 'sürrealizm' nasıl romantizmden doğarak onu aşmaya çalışmışsa, marksizm de öyle kendini aşmaya çalışarak nostaljiye dönüşmüştür.
değerli breton;
YanıtlaSilinanınız yazdığınız her yanıttan sonra "uzatıp uzatmamak" konusunda kararsızlık yaşıyorum, zira genel olarak kullandığınız kelimelerin tınısı("dile getiriş tarzınız" da diyebiliriz), söyleyeceklerimin sizde herhangi bir yeni pencere açmasının mümkün ol(a)mayacağını hissettiriyor. bir yerde lafını ettiğiniz "kestirme ve net" sözcüklerinin açtığı hasar da olabilir bu :) fakat muhabbetin bu cephedeki keyfi ve "möbius şeridi" içime su serpiyor çok şükür!
nostalji ve romantizm arasında ilişkiden de öte bir bağ olduğu konusunda şüphem yok. sanırım bu mevzuya bu kadar takılmamın sebebi, günümüzde ve bu ülkede "nostalji" kelimesine yüklenen anlamların sinir bozuculuğu olmalı. söyleyeceklerimin tam da burasında sizin nostalji derken ne dediğinizi gör(e)mediğim için af dilemem gerekir. elbette marksizm meselesini bu konuşma kapsamında tam olarak "bitirdiğimize" inanmıyorum. zira marksizm dediğimiz şey, bay marx'tan sonraki hayatında çok maceralar yaşamış, bugün hala pek isabetli sosyolojik ve ekonomi-politik saptamalarının yeniden ve yeniden doğrulandığı bir bakış(pek çok noktada şerhler konabilir bu cümleme). ancak nostalji, dönüş arzusu taşıdığımız gerçek topraklarımızsa ve kederimizin sebebi de bu ise kabul :) romantizme ulaştığı nokta da burası zaten. tıpkı marmelat gibi.
başta söyleyeceğimi sonda söyleme huyuma yorup teşekkürlerimi kabul ediniz lütfen..
Sevgili Vaziyet,
YanıtlaSilNostaljiden doğan 'keder' ve nostaljik olana dönüş arzusu, kendi içinde, kökü 'melankoli' olan patolojik bir enerji taşır. Bu enerjinin tıpkı Bergman filmleri gibi çırpınmalı bir enerji olmaktan uzak, kontrollü ve soğuk bir duyguya eşlik ettiğini söylemek durumundayım.
Beslendiği melankolik kaynak gereği nostaljik olan, aynı zamanda devrimci dinamiklerden uzak olandır. Marksizm, kendini aşarak -tarihsel olarak kendi hedefinin gerisinde kalarak- devrimci bir hareket olmanın tamamen dışında ve soğuk bir enerji formunda, taşıdığı nostaljik cevheri iştahla korumaktadır. Böylelikle 'marksizm-nostalji' ikili oluşu açısından bakıldığında, zikretmiş olduğunuz 'dönüş arzusu taşıdığımız topraklar', 'verimli toprak' olma özelliklerini tam anlamıyla kaybetmiştir diyebiliriz.
Ancak sürrealizm için aynı iddiaları ortaya koymak mümkün değil elbette. Ve başta söylemem gereken şeyleri sonda söylemek konusunda aynı patolojiyi paylaştığımız için de kökü nostaljik olmayan bir mutluluğu duyumsadığımı söylemek isterim.
değerli bay breton;
YanıtlaSilmelankolik olmakla itham edileceğimi biliyordum, hatta daha erken bekliyordum bu tespiti. bendeniz "nostalji" kelimesinin etimolojisine dokunmuştum, melankoliyi tutmamak imkansız oldu. melankolinin devrimci dinamiklerden uzak düşürdüğüne katılıyorum, fakat bahsi geçen "keder"imin sebeplerinin pek çoğunu net olarak tespit edebilme şansım var, belki bu beni biraz kurtarır? bahsi geçen "çırpınmalı enerji"ninse tabiatım gereği bana pek sık uğramadığını düşünüyorum zaman zaman(bergman'ın soğuk duygusunu da bu sebeple seviyor olabilirim). bu hiç bir zaman o enerjiyi duyumsamadığım anlamına gelmiyor elbette. "dönüşü arzu ettiğim" mecranınsa her hal-ü-karda mevcut halden daha verimli olacağına ise inancım tam. belki devrimci dinamiklere yaklaşarak kapalı devre bir mekanizma olan melankoli isimli fasit daireyi kırma noktasına değdiğim yer orasıdır..
Sevgili Bayan Vaziyet,
YanıtlaSilDevrimcilik ve 'kendi kendine psikanaliz' arasında önemli bir pratik ayrılığın olduğunu biliyor olmalısınız. Devrimci bilincin kolektif bir eylem-inanç bütünlüğü taşımasının karşısında 'kendi kendine psikanaliz', kişisel ve ağrılı bir restorasyon sürecini esas alır. Dolayısıyla melankolik kısır döngünün devrimci dinamiklerle kırılması umudu da kişisel restorasyonun kapsamı alanında yapılanmış bir fiildir; eylem bile değildir, sadece fiildir.
Bonus Anlam:
Keder ve devrim ters kasları çalıştırır.
pek değerli breton;
YanıtlaSilbir karşı-devrimciliğim kalmıştı, o da oldu nihayet!
fiil ve eylem arasına nüans koyarak kederime keder kattığınız için ayrıca minnetarım :)
AYÇİÇEĞİ
YanıtlaSilPierre Reverdy'ye
Yaz biterken Halles'den geçen gezgin kadın
Ayak parmaklarının ucunda yürüyordu
Umutsuzluk, büyük ve güzel yılanyastıklarınını göğe yuvarlıyordu
Ve el çantasında tuzluklardan suretim vardı
Bir tek tanrının vaftiz anası içine çekti onları
Uyuşukluklar bir buğu gibi açılıyordu
Sigara içen köpekte
İçin ve karşı, nereye girdiler
Onlar genç kadına kötü bir gözle bakabilirdiler
Güherçilenin kadın büyükelçisiyle bir işimiz vardı
Ya da düşünce dediğimiz siyah fonda beyaz eğrinin elçisiyle
Fenerler kestane ağaçlarında usulca yanıyordu
Gölgesiz hanım Pont-au-Change'da diz çöktü
Gît-le-Coeur Sokağı, pullar eskisi gibi değildi
Gece vaatleri sonunda yerine getirilmişti
Gezgin güvercinler, hayat öpücükleri
Tam anlamların tülleri altında mızrak yemişler
Bilinmeyen güzelin göğsünde birleşiyorlardı
Paris'in göbeğinde bir çiftlik büyüyordu
Ve samanyoluna bakıyordu pencereleri
Çıkagelmişler yüzünden kimse oturmuyordu orda ama
Hortlaklardan daha çok adandığı bilinen çıkagelmişler
Bu kadına benzeyenler yüzücek gibiydi sanki
Ve aşkın içine biraz da kendilerinden katacaklardı
Onları içlerine atacaklar
Hiçbir duyumsal gücün tutsağı olmadım ben
Ve böylece Étienne Marcel heykelinin dibinde bir akşam
Kül kalıntılarında öten cırcırböceği
İşbirlikçi bir göz kırpıp bana
Geç André Breton, dedi.
ANDRÉ BRETON