Protein yüklü bakışlarında iki büyük devrim yaşandı. Önce anneni vurdular, sonra kardeşini. Altı aydır çıkarmadığın sakızın ağzındayken izledin her şeyi... Sonra seni aldılar, terk edilmiş bir bakımevine kapattılar. Sakızın kurtlanıp kokusuz bir reçine fosiline dönüştü. Başka bir mevsime ait yapraklar yatağın oldu. Uykunda nereye dönersen dön, saçların hep aynı yöne taralı kaldı, nereye dönersen dön, hep aynı düşü gördün:
Turuncusu dökülmüş bir tank sana doğru yaklaşıyor. Namlusunda leylekler yuvalanmış. Etrafta tek bir yaprak kıpırdamazken saçlarındaki uçuşmaya engel olamıyorsun. Terli avucunda sekiz yaşındaki sevgilinin fotoğrafı. Ona bakıyorsun. Diğer kızları anlatıyor sevgilin; senin yanında başkalarını, başkalarının yanında seni arzuladığından bahsediyor. Giderek yaklaşan tank tam önünde duruyor. Namlusunu, alnının orta yerine nişanlamış. Bir adım geriye atıyorsun. Tankın üst kapağı korkunç bir sesle açılıyor ve aynı anda kapağın altından yayılan dumanların arasında babanı görüyorsun. 'Andrea' diye sesleniyor gözündeki pilli gözlükleriyle baban. Ve devam ediyor:
'Nasıl öldüğümü hatırlıyor musun? Tek bir pelerin dokunuşuyla yırtılan tenimin nasıl karıştığını toprağa? Annene şükretmelisin Andrea, yaşamım boyunca bir kez olsun göremediğim annene şükretmelisin! O bir devrimciydi, var gücüyle hem de! O kadar inançlıydı ki ben öldükten sonra bile yaşam verebildi sana. Ne anneni tanıyorum, ne de seni!'
O sırada namlunun içinden birbirlerini ezerek çıkmaya çalışan bebek çığlıkları duyuyorsun. Aralarından kendi çığlığını ayıklamak istiyorsun. Olmuyor. Namlunun üzerine yapılmış leylek yuvasında annenin sutyenini buluyorsun. Üzerine çürük bir iplikle adının baş harfi işlenmiş. Elindeki fotoğrafın uç kısmıyla iplikleri yerinden kaldırarak sökmeye çalışıyorsun. Bunu o kadar hızlı yapıyorsun ki adın, başka bir adın baş harfine dönüşüyor. O anda namludan yankılanan bebek seslerine annenin ıslak barut kokan haz çığlığı karışıyor. Sesler giderek yükseliyor ve boyuna oranlı namlu, aniden suratında patlıyor!
Hep aynı rüya, ne tarafına dönersen dön... Uyanıyor ve ağlamaya başlıyorsun. Korkunç bir fırtına başlıyor. Tüm ağaçlar sökülürken toprağından, tek saç kıpırdamıyor çekildiğin yasta, tek sözcük dökülmüyor dudaklarından... Elini, soğuktan ıslanmış tek parça elbisenin cebine sokuyorsun. Elbisendeki çürük yırtık biraz daha genişliyor. Sevgilinin fotoğrafının olduğu yerde şimdi başka bir fotoğraf, bu kez kardeşine bakıyorsun. Diğer kızları anlatıyor kardeşin, senin yanında başkalarını, başkalarının yanında seni arzuladığından bahsediyor. Gözlerine oturmuş besili kan, gözyaşınla temizlenip içine doğru akıyor. Kardeşinle bilmediğim bir dilde konuşmaya başlıyorsun. Yüzündeki korkunç sis dağılıveriyor. Odandaki kahverengisi dökülmüş soba ısınıyor, borusuna astığın ıslak çorapların alev alarak sobanın rengini alıyor. İyice çekiyorsun bacaklarını karnına. Sağ ayak bileğinde yamuk bir dikiş izi çıkıyor ortaya. Yeşil fosforlu dikiş ipliğinde, açlıktan ölmek üzere olan bir örümcek dolaşıyor. Serçe parmağınla örümceği alıp saçlarının arasına bırakıyorsun. Sonra da elindeki fotoğrafın uç kısmıyla ayak bileğideki dikiş iplerini kaldırıp sökmeye başlıyorsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder