L'étoile de mer 1928 (Man Ray): Şehrin ritmik kurgusunu içten patlamalı bir hezeyanın öyküsel olanı dışlayan sloganına dönüştüren aşk, sözcüklerle, temsillerle ya da baştan çıkaran işaretlerle kendi aynasını inşa ediyor. Denizler altında bir yıldızda ve bir maskenin giderek kendi içine doğru uzayan gölgesinde tıpkı bir virüs gibi çoğalan o aşk, sonunda imgesiyle birlikte aşıkları da zamanlar üstü bir kara deliğe hapsediyor. Sürrealizmi bulmak isteyenler, deniz yıldızının kaygan-mikroskopik aksiyon çizgisine baksınlar.
L'age D'or, 1930 (Luis Bunuel): Lya Lys ve Gaston Modot'nun cennet bahçesinin labirentinde yaşadıkları saplantılı aşk, uzvun çekirdeğindeki dürtüsel içeriği, bakıştaki arzunun kolektif tarihiyle bütünleştiriyor. Hızla nesneleşerek birbirleri içerisinde eriyen aşıklar, sarsıntılı bir ritüelle cinsellik ve ölümü kendi bedenlerinde yeniden üretiyorlar. Sürrealizmi bulmak isteyenler, Venüs heykelinin ayaklarına kapanan Lya Lys'in gözlerindeki yitik ülkeye baksınlar.
La Belle et la Bête, 1946 (Jean Cocteau): Güzel ve çirkin olarak ikiye bölünmüş bir beden enkazından yükselen oedipal arzular, Güzel'in (La Belle) babasına duyduğu gizil aşkı ölümcül bir engele, masalsı bir travmaya ve hiç de mucizevi olmayan bir ruhsal işgale sürüklüyor. İyi ve kötü olarak ikiye bölünmüş bir ruhun kitap ayracı, fantezi ve hakikat arasında öylece unutuluyor. Sürrealizmi bulmak isteyenler, Çirkin'in (la bête) ölmeden önceki son sözlerine ve kanamakta olan burnuna baksınlar.
Fando y Lis, 1968 (Alejandro Jodorowsky): Gündelik nesneler ve doğrusal zaman algısı, kendi işlevinden sıyrılarak aşkın coğrafyasını hiç de tekin olmayan bir ruhsal topografyaya dönüştürüyor. Fando ve Lis'in hipotetik bir arzu ortaklığında kapalı kaldıkları bu mekan, cinselliğin içinden geçen ölümün ve ölümün içinden geçtiği zevkin üzerine inşa ediliyor. Sürrealizmi bulmak isteyenler, yerçekimi yasalarını altüst ederek uçmayı değil belki ama yükselmeyi başaran Lis'in cansız bedenine baksınlar.
Boy Meets Girl, 1984 (Leos Carax): Miş'li gelecek bir zaman kurgusunda hiçbir biçimde kesişemeyecek sözcüklerin, jestlerin ve dokunuşların ilksel bir sessizlikte çoğaldığı siyah-beyaz fantezi evreni! Aşkın, beden imgeleri içinden geçerek bir dua gibi yükseldiği, adına 'bakış' denen hileli bir mercekle tinin odak noktasının sürekli değiştiği bu evren, Mireille ve Alex'in ilişkisini ölümcül bir sona sürüklüyor. Sürrealizmi bulmak isteyenler, rastlantı ve yazgı arasına sıkışmış Mireille'in camdaki yansımasına baksınlar.
Mes Nuits Sont Plus Belles que vos Jours, 1989 (Andrzej Zulawski): 17 Şubat 2016 yılında ölümsüz olduğu iddialarını büyük bir iştahla çürüterek aramızdan ayrılan Zulawski, hemen her filminde olduğu gibi bu filmde de hız ve aşk üzerine hiç de şiire benzemeyen bir şiirsel kurgu üretiyor. Kendini günden güne yok eden bir virütik dokunun cevherinde çoğalan Blanche ve Lucas'ın aşkı, tenin semptomatik referanslarını aşarak çürük bir meteorun rotasında maneviyata ulaşıyor. Sürrealizmi bulmak isteyenler, ilksel cenneti dans pistinin ortasında keşfetmiş olan Blanche'ın kırmızı-keşiş elbisesi içinde kasılmakta olan bedenine baksınlar.
Malina, 1991 (Werner Schroeter): 'Die Frau' rolündeki Isabelle Huppert, psikotik bir manevrayla kendini işgal ettiğinde, etrafında dönmekte olan tüm nesneler, bir zamanlar yaşandığı kabul edilen çok katmanlı bir aşkın güncel enkazına dönüşüyor. Kaynağı belirsiz bu acının yasından geriye üç şey kalıyor: Anima-Animus-Animal! Sürrealizmi bulmak isteyenler, Die Frau'nun piromanik bir hezeyanla tutuşturduğu evin duvarlarındaki çatlaklara baksınlar.
Venus in Furs, 1994 (Victor Nieuwenhuijs): Richard von Krafft-Ebing'in Sacher-Masoch'un görkemli sapkınlığına getirdiği primordial-psikiyatrik yorumdan neredeyse yüz yıl sonra, aynı yazar ve eser, bu kez siyah-beyaz bir mekanda üretilen çok katmanlı bir görsel metinde kendi organize acısını yineliyor. Sürrealizmi bulmak isteyenler, Wanda'nın ayakları altında inleyen Severin'in çoktandır sönmüş bir yıldız hazzında kayan bedenine baksınlar.
Gradiva, 2006 (Alain Robbe-Grillet): Grillet'nin filmi, Gradiva'nın asırlık yürüyüşünün son adımını anlatıyor. Aşkın Kral Yolu'nda gerçekleşen bu yürüyüş, kişisel tarihin tek boyutlu gerçekliğini mitolojiden olma hakikatin arzuyu kışkırtan sloganına dönüştürüyor: Gradiva'nın cinsel organı ayağıdır! Sürrealizmi bulmak isteyenler, Gradiva'nın ten ve zincir arasındaki ilahi boşluğa doğru attığı adıma baksınlar.
Theory and Practice, 2010 (Jan Svankmajer): Svankmajer'in son filmi (şu an çekmekte olduğu filmi -Insects- saymazsak) André Breton'un rüyaya en yakın üretim disiplini olarak tanımladığı sinemanın sınırlarını aşarak onu analitik bir seansa dönüştürüyor. Yer değiştirmeyle, yoğunlaştırmayla, temsillerle ve sembollerle sansüre uğrayan aşk, kendi zamanını-anını katederek travmatik bir ensest fantezisinde yolculuğuna devam ediyor. Sürrealizmi bulmak isteyenler, filmi bir daha izlesinler.
TAN TOLGA DEMİRCİ - PSİKESİNEMA DERGİSİ / TEMMUZ - AĞUSTOS SAYISI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder