Amalfi'de birkaç hafta önce çekmiştim bu videoyu. Şans eseri-gereği çalan çanlar eşliğinde, yüzü çimentodan bozma bir çiçek olan sonradan mistik bir kadının besin hücrelerini elime boşalmaları için uyarırken...
Sütten kesilmiş her tanrıça, 'şimdi' ve 'gelecek' arasındaki doğrusal zamanı ortadan kaldırarak kendini a priori yeniden dayatan bir yineleme nevrozudur.
Videoyu çektikten sonra, dilenci olduğu her halinden belli bir İtalyan yaklaştı yanıma ve şöyle dedi: "Dokunmak, keşişleri dahi kıskandırabilecek acı bir deneyimidir, oysa Arcanum'un memelerine dokunmak yerine ağzını dayamış olsaydın, tüm susuzluğun tıpkı bir hıçkırık gibi aniden kesilebilirdi."
Katolik çilekeşlerin haz ilkesine yapmış oldukları bu sıradışı oral yatırımı bir yana bırakıp 'Arcanum' sözcüğü üzerine yoğunlaştım. Yaklaşık 70 yıl geriye gidip André Breton'un 56. Caddede (Manhattan) bir restoranda ilk kez tanıştığı 3. karısı Elisa için yazdıkları geldi aklıma:
"Kader benimle tanışmak için seni buraya getirdiğinde, içimde büyük karanlıklar vardı..."
Breton'un 'L'amour Fou' üçlemesinin son kitabı olan Arcane 17, 1945 yılında basıldı; ben onun karısının göğüslerine dokunmadan ve içimdeki hiç de şairane olmayan karanlığı dağıtmadan tam 69 yıl önce!
Nasıl ki her anne temsili annenin kendisinden daha anaçtır, her açlık temsili de doyum düşüncesinin kendisinden daha doyurucudur. Ve Breton affetsin, 'dokunmak' ve 'dokunmak', karar ile eylem arasında sıkışmış tarihsel-oedipal bir sapkınlıktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder