Daha önce bulunmadığım bir sınıfta ve oldukça saygı gören bir akademisyenin dersindeyim. Projeksiyon perdesinde Ertem Eğilmez'in 'Canım Kardeşim' isimli filminin son sahnesi var ve hoca, arada sahneyi durdurup film üzerine psikanalitik yorumlarda bulunuyor. Örneğin filmdeki küçük kardeşin ölümünün ağabeylerde müthiş bir ensest arzu açığa çıkardığından söz ediyor. Hocanın özellikle bu son yorumu üzerine dersi kibarca bölüyor ve tamı tamına şu cümleyi kuruyorum: 'Yediğimiz yiyeceklerin vücudumuzda kimyasal etkileşime girerek hayatımızı devam ettirmek gibi bir işlevi var. Oysa hiçbir zaman doğruluğu kanıtlanamayacak olan psikanaliz-sinema ilişkisine neden gereksinim duyalım ki?' Bu soru üzerine hoca rahatsız bir yüz ifadesiyle sırıtarak Türkiye'nin hızla Avrupalaşması gerektiğini, psikanaliz-sinema ilişkisinin bu süreci hızlandıracağını ve sorduğum bu aptalca sorunun onu ciddi anlamda hayal kırıklığına uğrattığını söylüyor. Sınıftaki diğer öğrenciler de baş hareketleriyle hocayı desteklediklerini gösteriyorlar. Ölü kardeş ve nekrofili üzerine yapılan iştahlı yorumlar bir süre daha devam ettiği sırada projeksiyon perdesi kocaman bir erkek ağzına dönüşüyor. Sınıftaki herkes, sanki hiçbir şey olmamış gibi hocanın rehberliğinde öğle yemeğini yemek için devasa ağızdan içeri giriyorlar. Ben de yalnız kalacağım korkusuyla onlarla birlikte aynı yolu takip ediyorum. Ağız kapısı bizi pahalı bir alış veriş merkezinin restoranına çıkarıyor. Bir süre restoran içinde dolaştıktan sonra üzerinde bolca lahmacunun önceden pişirilip servis edildiği bir masaya oturuyoruz. Hoca, tam bir lider edasıyla ve yapmayı sürdürdüğü yorumlarındaki ince detaylarla masadaki kızları kendinden geçiriyor. Örneğin küçükken annesinden emdiği sütün burnundan geldiğini, böylelikle kısa süreli bir boğulma tehlikesi atlattığını ve bu yüzden Titanic filminin 'Titsanic' olarak dikkate alınması gerektiğini söylüyor. Hocanın tam karşısında oturan ve oldukça iri göğüsleri olan kız, yapılan bu yorum karşısında sağ göğsünü kararlı bir manevrayla tişörtünün dışına çıkarıp önündeki bol soğanlı lahmacunu yemeğe devam ediyor. Dikkatle baktığımda, kızın tişörtünde 'Invaders From Mars' filminin afişini görüyorum. Kızın göğsü, tişörtte yazılı 'Invaders' sözcüğünün neredeyse tamamını kapatmış durumda. Bunun üzerine cesaretimi toplayıp masaya dönüyor ve yüksek bir sesle göğüsün bilinçdışı bir jest olarak 'Invaders' sözcüğünü perdelemiş olduğu yorumunu yapıyorum. Kimse söylediklerimle ilgilenmiyor. Bunun üzerinde yaptığım yorumu derinleştiriyor ve Mars gezegeninin fiziki yapısı gereği göğsü çağrıştırdığını, aynı zamanda bilinmezliğini koruması anlamında dünyalıların nefret hedefi olduğunu ve göğüsün kapattığı 'Invaders' sözcüğünün ise dünyalıların bilinçdışı Mars nefretine karşı göğüsten gelen bir misilleme hareketi olabileceğini söylüyorum. Tam o sırada kızın göğsünden konfetiler fışkırıp masaya yağmur gibi yağmaya başlıyor. Bu rengarenk tabloyu gören masadaki herkes çıldırmış gibi alkışlamaya başlıyor beni. Kızlardan biri, hem akmakta olan salyasını elinin tersiyle siliyor ve hem de var gücüyle avuçlarını birbirine vurarak bana olan hayranlığını göstermeye çalışıyor. Bir diğer kız ise sevinçten ağlayarak dudaklarını ısırıyor ve arada burnunu çekerek sürekli istavroz çıkarıyor. Hoca ise bu yorumum sayesinde Avrupalı olmaya hak kazandığımı ve bundan böyle ülkelere vizesiz giriş yapabileceğimin müjdesini veriyor. Sonra da cebinden 'Renault 5' arabasının anahtarını çıkararak gömleğimin ön cebine koyuyor. Arabasını bana armağan ettiğini, onunla dilediğim kızı götürebileceğimi ve bu iddianın testi için de masadaki kızlardan birini seçmem gerektiğini söylüyor. Oldukça heyecanlı bir tonda masadaki kızlara bakıyor ve onların doktora yapan kızların geneline göre oldukça güzel görünmelerine büyük bir mutlulukla şaşırıyorum. Sonra da aklıma korku filmlerinde sağ kalan kızların genel fiziki yapısı geliyor ve seçimi buna göre yapmam gerektiğini, aksi taktirde gecenin sonuna dek hayatta kalamayacağımı düşünüyorum. Bu inançla, sınıfta daha önce dikkatimi çekmeyen, yanımda dizlerini bitiştirerek oturmuş ve eğik başından düşen saçların gözlerini kapattığı kızı seçiyorum. Kız, omzuna dokunmamla birlikte irkiliyor ve ürkek bir tavırla saçlarının bir bölümünü sağ kulağının arkasında toplayarak gözlerinin görünür olmasını sağlıyor. Sonra da durumdan haberdar olan bir refleksle ayağa kalkıp 'hazır' olduğunu ifade ediyor. Masadaki diğer kızlar, seçtiğim kişiyi kıskanır biçimde birbirlerinin kulaklarına fısıldamaya başlıyor. Hoca ise seçimimin kesinlikle doğru olduğunu, kızın su ürünleri lisansı yaptığını ve özellikle de büyük balıkları sevdiğini söylüyor. Herkese teşekkür edip masadan ayrılıyorum. Kısa ve sessiz bir yürüyüşten sonra kızla birlikte asansörün önüne geliyoruz. Ona infantil nedenler yüzünden asansöre binemeyeceğimi ve merdivenleri kullanmam gerektiğini söylüyorum. Kız, 'peki' anlamında başını sallıyor ve asansörü çağırıyor. Ona yetişmek için hızla merdivenleri inmeye başlıyorum. Merdivenler, çocukluk yıllarımda yaşadığım evin merdivenlerine dönüşüyor ve ne kadar inersem ineyim asla zemin kata ulaşamıyorum. Sonunda yaşadığım yorgunluğa dayanamayıp kıza daha kestirmeden ulaşabileceğim inancıyla kendimi merdiven boşluğuna bırakıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder