Tan Tolga Demirci ile Altıkırkbeş Oluşum Editörü Şenol Erdoğan Söyleşti:
Tan Tolga, politik ile pornografinin 'porno-politik' olarak çiftleştiği noktada nerede durmaktadır?
Diyalektik olan, bir zamanlar mistik anlamda nasıl düalizme dönüşmüşse, benzer biçimde günümüzde de postmodern anlamda trans-terminolojik söylemin bir parçası haline gelmiştir. Porno-politik de tıpkı ‘trans-estetik’ ya da ‘trans-teoloji’ gibi trans-terminolojik bir göstergedir ve bu noktada uzak durduğum bir yaşam alanıdır elbette. ‘Porno-politik’ kavramını modern döneme regrese olmuş haliyle (Reichian cinsel siyaset ya da sürrealist içsel-dışsal siyaset kuramı) kullanmayı tercih ederdim açıkçası.
Homofobik olduğunuzu sizden duyduğumu hatırlıyorum; homofobiye kendi psikanalitik dünyanızda getirdiğiniz izah nedir, şayet böyle bir fobi varsa ortada.
Homofobi, animanın bilinç işlevlerine sızarak onu ele geçirme yönündeki itkisini bastırma stratejisidir. Bilerek Jungian bir anlayış sundum çünkü eşcinsel libidonun serbest kalmasını önlemenin bir yolu da onu mistikleştirmektir. Eğer sorunuza yanıt geliştirirken dahi böyle bir manevrayı merkez kılıyorsam, gerçekten homofobiğim demektir. Benim için eşcinsel libidoyla konsensüs, ancak onun narsisistik libidoya katıldığı noktada mümkündür. Tam da bu yüzden, kendimi sevmekten korktuğum zamanlar da oluyor tabii ancak henüz fobi düzeyinde değil...
Godard'ın kadınları diye bir kitap projem var, size hiç söz etmedim ama ilerde edeceğim: Godard'ın kadınları cümlesi sizde ne uyandıryor?
Birlikte olmak istediğim kadınlardan, birlikte olduğum kadınları çıkardığınızda, geriye kalan kadınları çağrıştırıyor olsa gerek. Buradaki vurgu, arada kalmışlık... Godard’ın kadınları, ulaşılmazlık ve sahip olmak tanımları dışında kalan, D.W.Winnicott’un, ‘geçiş alanı’ olarak vurguladığı gerçeklik ile fantezi arasındaki soyut evren modelinin bir parçasıdırlar. Godard’ın kadınları metinsizdir, mutlak stilistik ve uzaktan kumandalıdırlar. Onlar, şartsız birer refleks, sözle dövülmüş et yığınlarıdır. Kısaca Godard’ın kadınları, yönlendirilmiş birer cep telefonudur, bu yüzden onları aradığınızda Godard’la konuşmak zorunda kalırsınız.
Salt fetiş nesneye yönelik cinsel eylemleriniz var mı, kadınsız yani, siz nesne ve porno.
Fetiş nesnesini kadından zihinsel ya da bedensel anlamda soyutladığınızda, elinizde kalan yalnızca animistik duygular oluverir. Böylesi duygulardan ilham almadığımı, bu yüzdendir ki arzu hedefi olmayan (kadından soyutlanmış) nesnelerden çaba sarfetmeksizin uzak durduğumu söylemeliyim. Kendilerine has çekim enerjileri olan nesnelere angaje olmuş fetişistik tavır, Svankmajer’in kadın merkezli olmayan canlandırılmış nesne modellerinde çok daha net gözlenebilir. Ancak dediğim gibi, gündelik kullanım nesneleri (çakmak, su bardağı, kibrit çöpleri vs..) ve nihayet kendi bedenim bile, referansı ‘kadın’ olan bir işleve sahip olmadıkça, onun nesne kimliğinden şüphe duymak zorunda kalırım.
Türkiye’de olduğu gibi -ve hatta daha fazla- dünyada da sürrealist yönetmen olarak biliniyor ve sunuluyorsunuz. Yönetmen olmakla sürrealist yönetmen olmak arasında bir bölge var mı kaldığınız, yaşadığınız?
Gördüğü düşleri ve görmek istediği düşleri filme alan yönetmen arasındaki fark, sürrealist yönetmen ve yönetmen arasındaki farka benzer. Ben henüz, filmsel dramanın organik koşullarını -öykü anlatma disiplini- gözden çıkararak bir film yapamadım. Ancak bunu gerçekleştirebilmek, çok uç düzeyde bir sürreal ahlak yapısı gerektiriyor. Jodorowski, Arrabal, hatta Svankmajer bile Bunuel’in ilk dönem filmlerinde yaptığı gibi, rasyonel zinciri hiçbir ussal kaygının sansürü olmaksızın kırabilmiş değiller. Ürettikleri metinler, sürrealist bir enerji yaysa bile, metinler arasındaki bağ, ortodoks sürrealizmin ‘akıldışı’ pratiği ön gören ilkesinin uzağındadır. Kısacası hepsinde, bir öykü anlatma kaygısı vardır. Sizin ara bölge dediğiniz ve kendime yakıştırdığım yer, tam da bu bölgedir. Onun dışına çıkabilmek, sinemaya dair ciddi bir obsesif kaygıyı yok saymakla olanaklı olacaktır ki böylesi bir eylemci kırılma, ancak ‘arzu’ya dokunabilmenin sonucu olarak var olabilir. Sürrealist yönetmen olmak, yaklaştıkça uzağına düştüğünüz, gösterdikçe ardında kaldığınız, duyumsadıkça kokusunu çaldığınız zeminsiz bir mertebedir.
Ulaşılmaz gibi duran kiminle yatmak isterdiniz?
Ensest sınırına girecek ama André Breton’un mirasını tarumar eden torunu Oona Elléouët Breton’la sanırım.
Artık ikinci uzun metraj zamanı gelmedi mi, nedir TTD'nin planları projeleri ileriye dönük, sanırım adınızın üzerinde bir sessizlik söz konusu Gomeda'dan sonra.
Türk film yapımcılarının çoğu dilencidir. Mesleki kimlikleri, vermek değil almak üzerine kuruludur. Başarıları, verdikleriyle değil aldıklarıyla ölçülür. Bununla birlikte cahildirler, anal takıntılarının üzerine inşa edilmiş sözde görkemli, sahte bir yaşamları vardır. O hayatı biraz kazıyacak olsanız, altındaki dışkısal metni görebilmeniz işten bile değildir. Gomeda’dan sonra durma nedenim, bu sahtekar sınıfa karşı takındığım mesafe ile ilgilidir.
Teşekkür ederiz Tan Bey.
Zevkti, Şenol Bey.
Sürrealizmi anlayamıyor kimse.Bu nedenle uzak duruluyor sürrealizmden.
YanıtlaSilama farkında değiller ki "sürrealizm zaten anlayamamak, anlamlandıramamak, hikaye aramamak, bağlantı kuramamaktır.Bağımsız düşünebilmektir."
Aşk hikayelerinin 76. dereceden türevleri hala tutuyor, filmlerde düşünmek yerine filmin kendini açıklamasını bekliyor ve insanlar farklı bir şeyler aramıyorsa türk film yapımcıları böyle olmaya devam edecek.
Bir sürrealist adayı olarak işinin çok zor olduğunu düşünüyorum.
Ama şunu bil ki burada yeni projelerini bekleyen insanlarda var.
Oona Elléouët Breton yanıtı öylesine söylenmiş ya da yüzeysel bir yanıt izlenimi veriyor.
YanıtlaSilNiyeyse çok daha absürd ya da farklı yanıtlar vermenizi bekledim:)
Ve cehaletimi mazur görün lütfen ama sizin için ulaşılmaz gibi durmasının nedeni nedir?
André Breton'un kanını taşıyor olması.
YanıtlaSil'Kısacası hepsinde, bir öykü anlatma kaygısı vardır.' demişsin, fakat zaten sürrealizmde bir şey anlatmaz mı? kaygı anlamında söylüyorum. mesela L'age d'or 'da da bir kaygı var; ki bu da en basitinden hayvanlarla oluşturduğu retorikten anlaşılıyor.
YanıtlaSilwoody allen sever misin bilmem, ama Zelig taviyemdir. izle derim. önereceğim bir iki film daha var aslında. Rosencratz and guildenstern are dead de güzeldir. ha bir de david lynch'in rabbits filmi.
absürd de seviyorsan En Attendant Godot'nun filmi de güzeldir.
uzun uzun yorum yapacaktım aslında ama bir ne haddime, ikincisi de üşendim açıkçası.
bir de kişisel görüşüm, phrancophone olduğun yönünde.
1) Tıpkı gördüğümüz düşler gibi erken dönemde çekilen sürrealist filmler de öyküseldir ancak bu filmleri üreten isimler, ortaya koydukları kurgusal materyali bir bütünlük arz edecek biçimde işleme kaygısı duymamışlardır. L'age D'or filmi de bu 'yarı otomatizm' evrenine dahildir...
YanıtlaSil2) Woody Allen'ın en büyük şanssızlığı Amerika'da doğmuş olmasıdır.
3) Breton, Lacan ve Godard dışında Fransızlara 'émotionnel' bir ilgi duymadım hiçbir zaman.
'Oona Elléouët Breton' yanıtını 'Holly Holm' olarak değiştiriyorum.
YanıtlaSilPeki hemencecik, tekrardan sizin için; ulaşılmaz gibi durmasının nedenini sorsak ki açıklayıcı beyanatlarda bulunduğunuzu varsayalım, yine de yeterince bir cevap barındırmaz, zira her erkek yatmadığı diğer tüm kadınlarla yatmayı arzular demek-diyebilmek, genellemelerden kaçamayan bir önerme olur ki bu açıdan yanlışlık barındırması bir yana böylesi ham bilginin üzerine ne işlenebilir, ya da işlenmeli midir acaba?
YanıtlaSil64 kilo, boksör, sarışın ve güzel olması yeterince ulaşılmaz geliyor bana... Onun gibi bir kadınla olmak, hayatımı ışık hızıyla yoluna sokardı.
YanıtlaSilhttp://www.youtube.com/watch?v=84RQYIkam-E&feature=related