Her zamankinden daha hızlı hazırlandı. Kocaman limon desenleri olan tek parça bir elbise vardı üzerinde. 'Hangi ayakkabıyı giyinmeliyim' diye sordu. Sol ayağında tozlu altın suyuna batırılmış ince topuklu bir ayakkabı, sağ ayağında ise masa örtüsünden kırpıldığı izlenimini veren kumaşıyla kalın topuklu bir başka ayakkabı vardı. Sol ayağındaki ayakkabıyı tercih ettiğimi söyledim. Sonra da zamanı hızlandırmak için kol saatimi beş dakika ileri aldım. Aniden dış kapının önünde bulduk kendimizi. Seçmediğim ayakkabıyı giyinmişti. Bunun nedenini sordum. 'Ertelenen arzular, zamansızlığı kışkırtır' diyerek ayakkabısının topuğunu hızla yere sürttü. Yerin taş yüzeyinde doygun bir kıvılcım çaktı. Ahşap topuk alev aldı ve kısa sürede ayakkabıya sıçradı. 'Ayakkabın yanıyor, yanıyorsun' diye bağırdım içimden. Aniden durdu ve elbisesinin üzerindeki limon desenlerini avuçlayarak kumaşından kopardı. Sonra da avuçları içinde besili birer limona dönüşen desenleri ayakkabısının üzerine sıkmaya başladı. Kısa sürede söndü ateş. Elbisesi paramparça olmuştu. Elindeki suyu boşalmış limonları büyük bir özenle kaldırım taşına dizdi. Bunu yaparken gülümseyerek bana döndü ve 'ekşi, ateşin en büyük düşmanıdır. Birbirlerine duydukları kıskançlık her buluştuklarında yok ediyor onları...' Cümlesini tamamlamadan yanıma geldi ve bir eliyle ensemden sıkıca kavrayıp yırtık elbisesine doğru sürükledi yüzümü. Yırtıklardan birine giriverdi dudaklarım ve kitaplardan önce yazılmış bir refleksle emmeye başladım göğüslerini. 'Limon suyu' dedi, 'vücudundaki tüm mikropları, benden önce sevdiğin tüm kadınları öldürür...' Dudaklarımı göğüslerinden ayırdım ve elimin tersiyle ağzımı sildim. Elini uzattı. 'Benden önce yoktun ve benden sonra da olmayacaksın. Öyleyse ikimiz de aynı kadını, aynı anda sevmeliyiz' diye söylendi yüzüme bakmadan. Elini tuttum. Cihangir'den Karaköy'e indik. Yoksul sarhoşların sigara dumanlarıyla kapkara olmuş binalar geçtik. Terk edilmiş içki fabrikalarını andıran binaların arasında kasıklarına kadar çıplak turistler gördük. Gözüm birkaçına takıldı. İçlerinden uzun boylu olanı kırık bir cam parçasına bakarak makyaj tazeliyordu. Tam rujunu sürerken gözü bana takıldı ve elindeki cam parçasını güneşe doğru tuttu.
Devam edecek ancak siz okuyamayacaksınız...
YanıtlaSilnostaljik varlığı tek bir evde,tek bir odada toza bulanmış dvd kapakları arasında sürecek ,ama devamı olmadığını bildiğimiz için hiçbirimiz için okunabilir olmayacak bir öykü. göğsünüzden ve ayağınızdan aldığınız güçle ve alnınızdan soluk alan tüm kadınlığınızla durduğunuz bu dünyanın orta yerinde, bu öyküler size hiçbir şey veremezler. bu tıpkı çocukluğunuzda hastanelik olana dek inatla tükettiğiniz bir şekerin, yıllar sonra, bir yetişkinlik doğum gününüzde postayla gönderilen fotoğrafı gibidir. Şeker ve gönderen hiç değişmediği için onları tanıma imkanınız yoktur, sadece değişen kendinizi tanırsınız ve sonrasında size umutla bakan postacıya, bir adres değişikliği olmuş olabileceğini, çünkü o kadının bu adresten yıllar önce taşındığını söylersiniz. Kapıcı elinde tuttuğu bu hazin fotoğrafla ne yapacağını bilemez bir halde kapıya bakarken, kapıyı, kapı kapatmanın yazmak ya da okumak gibi sürekliliği olmayan bir eylem olmadığından emin bir şekilde gürültüyle kapatırsınız. Ve bu yankısız sesi, önemsiz bir anda, bir sessizlik anında tüm kainat duyar. O zaman kendi kendinize şöyle dersiniz, “It’s a Miracle”
YanıtlaSil