Ceylan Nuri, özellikle son 10 yılda çekilmiş olan pek çok kısa ve uzun metrajlı filmin anlatı yapısına 'farkında olmadan' sızan bir virüs olarak zihin tembelliği yaşayan bir sinemacılar topluluğu yarattı. Bu topluluk, 'Minimalist Gerçekçi' olarak adlandırılan, kes-yapıştır biçimselliğiyle kendini dahi baştan çıkaramayan sahte bir görsel evren inşa etti.
Bu evrene dahil olan filmleri kestirebilmeniz çok mümkün; örneğin çoğu aynı şekilde açılır, aynı ritmde kurgulanır, aynı biçimde kapanır, kısacası 'farklıyım' pozu vermiş öyküleri hep aynı biçimde anlatırlar. İçeriği alınsa da bir türlü ölemeyen bu filmler, kendi tekrarına sıkışmış bir dua gibi, zaman içerisinde çok sayıda kendilerine benzeyen biçimi bozuk yüzler ortaya çıkardı. Bir filmin kapısından girip diğer bir filmin bacasından çıkıyorsunuz, aslında hep aynı ev, aynı film... Sıkışıyorsunuz... Bir karakterin sorusundan girip diğer bir film karakterinin yanıtından çıkıyorsunuz, aslında hep aynı mesele, aynı film... Bayılıyorsunuz...
Bu kadarla kalsa iyi, yağmur altında küflenmiş fındık kokulu bu filmler, üniversite döneminde gelişmesi gereken potansiyel yenilikçi fikirleri de hipnotize ederek kendilerinden 40 yaş büyük filmler çeken bir muhafazakar öğrenci ordusu yarattı! Ötekinden aşırma derinlik algısıyla kendini boyutsuzlaştıran sıra sıra dizili öğrenci askerler...
Bazı yönetmenlerin filmlerinde anti-virüs işlevi taşıyan bir fazladan 'değer'e, anomali yaratan bir cereyana tanık olursunuz. Aynı akım-değeri yeniden üretmenin olanaksız olduğu bu ilksel cereyana kapıldığınızda ihya olur, çoğalır, kendinizi dışarıdan işgal etmenin zaferini yaşarsınız. Bu ülke sinemasının ana gösterenlerinden olan Ceylan Nuri'nin gemisinde yol alanlar işbu zaferin önünü tıkadılar, yığdıkları klişelerin altında devinemeyen ucuz bir masalı tekrar tekrar anlatarak sonunda jüri standartlarına uygun topal bir efsane olabilmeyi başardılar. Hepsi bu.