8 Haziran 2008 Pazar

"Uygarlık İki Korkunç Şey Üretmiştir, Stalinizm ve Faşizm"



Sürrealist Jan Svankmajer ile söyleşi

Çeviri: Tan Tolga Demirci

Soru: 1960'lı yıllarda sinema yaşamına başlamış biri olarak Little Otik (2000) filminin dördüncü uzun metrajınız olması oldukça ilginç. Niçin Çek devriminden önce kısa filmlerle uğraştınız? Parasal ya da siyasi nedenlerden dolayı mı?

Yanıt: 1970'li yıllarda bir uzun metraj çekmeye niyetlenmiştim ancak mevzu rejime pek uygun değildi ve film yapımı devletin tekelindeydi. O yıllarda kısa filmler çeken bir yönetmen olarak tanındıysanız uzun metraj yapma iznini almanız kolay değildi. Aslında uzun ya da kısa metraj, resmetmek ya da nesne tasarlamak önemli değil. Çünkü şiir ve şiirsellik tektir. Aslolan budur. Yöntemse her zaman değişebilir.

Soru: Siz film öğrenimi görmediniz, peki bu işe nasıl başladınız?

Yanıt: Tiyatro okuduktan sonra tiyatro yönetmeni oldum. Prag'ta 'Semaphore' adındaki ünlü bir tiyatro salonunda ve 1960'lı yıllarda, 'Kara Tiyatro' olarak da bilinen 'Maskeler Tiyatrosu'nda çalıştım. Tüm oyuncuların siyah elbiseler kuşandığı ve sadece yüzlerinin göründüğü bir teknik anlatım söz konusuydu. Nesneler, karanlık içinde deviniyordu. Bu teknik o yıllarda oldukça popülerdi. Komedi skeçleri sahneye konuyor, şarkılar söyleniyordu, rock'n roll ilk kez bu sahne üzerinde adını duyulmuştu. İşte tam o sıralarda başlamıştım işe Maskeler Tiyatrosu'nda. Ancak ben, oradaki zihniyetin tersine olaya biraz daha avant-garde yöntemlerle yaklaşmaya çalışıyordum. Onların gözü ise rock'n roll ya da aptal komedi skeçlerinden başka bir şey görmüyordu. Sonunda oradan ayrıldım ve Lanterna Magika tiyatrosuna geçiş yaptım. Bu benim için özel bir şans oldu çünkü sinemayı orada keşfettim.

Soru: Lanterna Magika'dan biraz söz eder misiniz?

Yanıt: Film ve tiyatronun karışımı olarak özetlenebilir. 'Kara Tiyatro' ile baleyi, filmi ve hemen her şeyi birleştiren karışık bir tarz. Film yapımına girişmeme ve filmin tiyatro üzerinde ciddi avantajları olduğunu keşfetmeme yardımcı oldu bu yöntem. Birincisi sinemada, oyuncuların yaptığınız işi bozmalarını kurguya girerek önleyebiliyorsunuz. İkincisi, filmsel zaman tiyatral zamandan çok daha hızlı işliyor. Yani tiyatroda bir resmi, bir kompozisyonu bir diğerine dönüştürmek oldukça zaman alırken filmin 'hız' anlayışı bu sorunun üstesinden gelebiliyor. Şanslıyım ki bir daha tiyatroya asla dönmedim.

Soru: Son filminiz olan 'Little Otik' ve öncesinde ise 'Conspirators of Pleasure' filmlerinde gerçek oyuncular söz konusu. Ayrıca diğer çalışmaların tersine bu filmlerde daha az sürelerle animasyon tekniğine baş vuruyorsunuz. Neden bu yolu tercih ettiniz?

Yanıt: Kendimi asla animasyon filmlerinin yönetmeni ya da 'bir film yönetmeni' olarak tanımlamadım. Çünkü yaptığım daha pek çok iş var, kolajlar, nesneler... Mutlak 'animasyon' filmlerim olduğu gibi tek bir animasyonun olmadığı filmlerim de var. Neyin animasyon, neyin gerçek olması gerektiğini ve bu gerekliliğin hangi yöntemlerle ortaya konacağını hiç şüphesiz tema ile öykü belirliyor.

Soru: Kendinizi bir film yönetmeni ya da animasyon film yapımcısı olarak görmediğinizi söylediniz. O halde nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi?

Yanıt: Doğrudan, abartılı bir yolla ifade etmem gerekirse, ben bir şairim. Sadece tek bir şiirsellik vardır. Hangi aracı ya da yöntemi kullanırsanız kullanın, şiirsel olan tektir.

Soru: Biraz da 'Little Otik' üzerine konuşalım. Bu masalın çıkış noktası nedir, bildik bir Çek öyküsü mi?

Yanıt: Oldukça bildik. Çocuklara hırstan uzak durmalarını öğreten bir masal. Bir süre diğer kültürlerin halk masallarını araştırdım ve benzer bir fikre rastlayamadım. Özellikle 'arzunun' bir ağaç kütüğüne yaşam kazandırarak onu bir çocuğa dönüştürmesiyle ilgili olan fikir... Ancak Otesanek çok eski bir masal olmalı çünkü ağacı kullanıyor, köküyle ve dallarıyla. Klasik bir simge bu: Kökler, dünyanın derinlerine ve dallar cennete kadar ulaşıyor. Gerçekten de çok eski bir masal olmalı.

Soru: Öykü, az önce tanımladığınız üzere bir yoruma sahip. Ancak üzerinde biraz daha konuşalım. Filmdeki çift, sahip olamadıkları bir şeyi arzu ediyor, onu çok arzulayarak sonunda gerçek kılıyor. Daha sonra bu 'gerçeklik', bir felakete dönüşüyor. Çünkü o şey bir canavar ve her şeyi yıkıp yok ediyor. Bana öyle geliyor ki kapitalizmin geleli henüz on sene olmuş bir ülke ile bu öykü arasında politik bir benzerlik olmalı.

Yanıt: Hayali bir filmin güzelliği de burada saklı. Her yorum ve olasılığı kabul edebiliyor. Bu, gerçekçi filmlerin yapamayacağı bir şey. Dünya değişirken, hayali filmler de değişerek yeni anlamlar kazanıyor. Eğer öyle olmasaydı, komünist rejim altında çekilen filmler kimseyle iletişim kuramazdı, kimse anlamazdı bu filmleri. 1960, 70 ve 80'lerde çektiğim pek çok film yasaklandı çünkü insanlar bu filmleri kendince ve politik bir bakış açısıyla yorumlamaya çalıştılar. Kendi yaşadıkları duruma karşı gülüyordu bu insanlar ve sansürcüler insanların güldüklerini gördükçe ve daha da önemlisi neye güldüklerini anlamadan güldüklerini gördükçe bu filmleri yasaklamak için kendi hayal güçlerine sığınmak zorunda kaldılar. Böylece mükemmel bir yorum gücü göstermiş oldular. En azından kafalarını çalıştırmaya zorlanmış oldular.

Soru: Yani hiçbir politik duruşun olmadığını mı söylüyorsunuz filmlerinizde?

Yanıt: Asla politik olanın mutlak bir biçimde neyi ifade ettiği ile ilgilenmedim. Fakat eğer yaptıklarım hayal gücüne dayalı 'doğru' filmlerse elbette yaşadığımız hayatın sorunlarını ya da dünyanın içinde olduğu felaketleri de bir şekilde ele almışlardır. Bu bakış açısıyla filmlerim politiktir ancak 'sadece politik' bir bakış açısının nesnesi değildirler. Bir kişiyi ya da belli bir durumu direk hedef göstermek, ilgi alanımın dışındadır. Bir zamanlar altında yaşadığımız bu totaliter rejim, sadece uygarlığın yüzündeki kaynamadan ibarettir. İçinde bulunduğumuz yüzyıl içersinde uygarlık iki korkunç şeyi üretmiştir, Stalinizmi ve Faşizmi. Aynı zamanda uygarlığın bu iki aşağılık değere kökünden bağlı olduğu da yadsınmaz bir gerçektir.

Soru: Prag ve Çek Cumhuriyeti'nin devrimden sonra nasıl değiştiğini sormak istiyorum. Çek kapitalizmi sizce başarılı oldu mu?

Yanıt: Bir yaratıcının yaşamındaki en güzel dönemler, içinde bulunduğu rejimin çökmeye başladığı ve ufukta yeni bir rejimin görünmediği dönemlerdir. Ne olacağını bilmezsiniz ancak sadece rejimin ufalandığına tanık olursunuz. İşte bu yüzden sistemin çöktüğü an en güzel andır.

1 yorum:

  1. Varolan sistemin pabucunu nasıl yalarsınız ve aynı zamanda nasıl eleştirel ve ilerici görünürsünüz?

    Çok kolay. 3 adımda.

    1) Muhalefet edilecek ve artık endişelenmemize gerek olmayan, çünkü kurumsallığı ortadan kalkmış bir şeyler bulun. Faşizm, komünizm, sosyalizm işte aklınıza ne gelirse. Sakın bu kapitalizm, emperyalizm olmasın, ağa babalarınız sevmez sizi.

    2)Kesinlikle varolan sistem hakkında bir şey demeyin, mümkünse ucundan destekliyorum deyin. Ülkede ezilen emekçilerden, kapitalizm altında anası ağlayanları işin içine katmayın.

    3) Sanatınızın her türlü otoriteye hiyerarşiye karşı olduğunu, bu nedenle de politika alanına girmeyi düşünmediğinizi söyleyin..

    bravo, hem muhalifsiniz, hem de varolan sistemi rahatsız etmeden geçinip giden bir statükocusunuz.

    YanıtlaSil