28 Temmuz 2011 Perşembe

Possession ya da Bir 'Jouissance' Enkazı Olan Isabelle'in Portresi

Benden kendisini Isabelle olarak çağırmamı istedi. Sarıya kaçan sayfaları kesim hatası yüzünden birbirinden ayrılmamış ucuz bir dergi adına benzeyen ama aynı zamanda dikkatsizce yapılmış bir eylemi, günaha sürükleyen bir çağrıyı ya da haz ve hoşnutsuzluğu aynı enerji duygusunda taşıyan bu isim, onu tanıdıkça tutarsızmış gibi görünen anlamlarından sıyrılarak tenimde sürüklenmekte olan silik bir ‘kadeh’ dövmesine dönüşecekti. Kısa saplı, ilk bakışta biçimsiz olduğu ön yargısı yaratan bu kadeh, onunla geçireceğim her gün, bedenimin başka yerlerinde belirip, beni kendi gerçekliğime karşı iyiden iyiye şüpheye sürükleyecekti. Tüm bu varsayımlar, onu izlemekte olduğum anı, aniden parlayan bir ışıkla donatıp üzerinde özenle düşünülmüş tüm görüntüleri sıradan bir mizansene dönüştürüverdi. Isabelle, beyaz ipeksi çoraplarından sıyrıldı. Gölgesi, adının ardına düştü. Yıllar öncesinden kalma adımlarına işitsel bir devamlılık kazandıran siyah topuklu ayakkabılarıyla bir kaç adım atarak tam önümde durdu. Kişisel tarihimin giderek yamulan aksak mum aleviyle aydınlatılan bedeni, farkındalık sınırının dışında bir gülümseyişle ucuz şehir elektriğinden yayılan ışığa hapsoldu. Büyük su kabarcıklarını andıran kırmızı simlerle dolu çantası, omuza temas eden deri sapından koparak ayaklarının dibine düştü. Tam çantaya yönelmişken, sağ elini hareket alanıma uzatarak durmamı istedi. Gözlerimi çantadan ayırıp ona doğru kaldırdım. Benden onu götürmemi istedi. Nereye olursa, ne kadar çabuk olursa, onu alıp belleğinden çok uzaklara götürmemi istedi. Arzulayan ile arzulanan arasındaki eş zamanlılık sorunu, mekan ve özne arasındaki mesafeyi, zaman ve düş arasındaki mesafenin üzerine oturttu. Doğru cevaplar ile cevap anahtarı arasındaki mutlak uyumun tersine, bu sağlama yönteminde su yüzünde sığ bir arzu kalakaldı. Arzu hedefi, arzu duyumunun altında kayboldu. Cevap anahtarı, doğru yanıtları kandırarak, ‘yanıt’ eyleminin altında yitip gitti. Peki tüm bu yanılsama zinciri içersinde arzuladığım neydi ya da kimin arzusuydu? Arzu, belleğin korunması için tehlikeli bir seferberlik ilanıysa korumaya çalıştığım bellek tam olarak ne ile ilgiliydi ya da kime aitti?

Isabelle'in benden önce yaşamıyormuş gibi görünen, benden sonra da benden habersiz yaşıyor olacağı izlenimini veren kayıtsızlığını, bilinçli bir strateji olarak görmekten çok, farkında olmadığı bir savunma durumu olarak düşünmeyi tercih ediyorum. Kime karşı savunma? Kendine karşı mı yoksa onu benim safhıma getiren fiziksel gerçekliğin, anlama karşı direndikçe onun bir parçası olmaktan kendini kurtaramadığı hayat yasalarına mı? Onu çok seveceğimi şimdiden biliyorum. Bu sevginin, kendi düşünce tarihimin sınırlarından oldukça uzaklarda, beni yok oluşun kıyılarına taşıyacağından eminim. Ancak belki de böylesi bir bilinmeyen güce karşı ilk kez karşı koymak yerine, bu gücün beni tahmin sınırlarımın ötesinde ele geçirmesine izin vereceğim. Güçsüzlüğümün sınırlarını, kendimi dinlemediğim bir anda itiraf etmek için bu kadının hareket alanı içinde giderek kayboluyor olmanın acısını çıkaracağım.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Angel of Vengeance


Olağanüstü olanı içerden çökerterek kendi geçmişinin bir tarafını asil, diğer tarafını ‘yok’ kılan genetik bir lekesin. Çoğu zaman yaşadığın yalnızlık, paha biçilmez bir deniz kabuğunun içinde can çekişmekte olan yeşil bir çekirgeye benziyor, güçlü bir görsellik yaratsa bile ölümün bellek dışı görkeminden kaçamayarak kendi sıçrama fantezisinin ayak ucunda yok olmayı bekleyen yeşil ve biçimsiz bir yalnızlık... Sevgili Zoe, pıhtılaşmış kan kozasında ayakların altındaki saat durduğunda, sekiz yaşındaki halinden farksız bir 'ben olmayan' ve 'sen olmayan' yaşayacağız!

21 Temmuz 2011 Perşembe

Kıssa Devre



"Bir gösteren, ancak başka bir gösteren için gösterendir"
Jacques Lacan

1. Kare: Tan Tolga Demirci, He and She, 2011
2. Kare: Alain Robbe-Grillet, La Belle Captive, 1983

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Dipnotlar II


* İşçi sınıfına ait gebe kadınlar, diğer sınıflara ait gebe kadınlardan ayrılmak için karınlarına 'Under Construction' ibaresi taşıyan bir dövme yaptırmalılar.

* Ayakkabısının topuğunu törpüleyen bir kadın tanıyorum. Sekreter ayakkabılarını öğretmen ayakkabılarına dönüştürmek konulu bir workshop çıkışında tanışmıştık.

* Doktora tezimi, 'file çoraplar ve kare bulmacalar arasındaki biçimsel benzerliğin libidinal merak duygusuna katkısı' üzerine yazma kararı aldım.

* O yıl şampiyon olan takımın futbol sahası, gelecek yıl ekilmek üzere nadasa bırakılır.

* Bir kadını seviyor olma halini, o kadının kendisinden daha çok seviyorum. Benim pozitif ayrımcılıktan anladığım bu.

* Kadının defolu Hydra oturuşu, boğazımdaki Gordion düğümüdür.

* Jean-Yves Escoffier, erken ölümüne rağmen, ardında bir sürü gölge, ışığından önce sönmüş anlam ve ıslak renkler bıraktı.

* Ereksiyon, yuvarlandıkça küçülen kartopudur.

* Niçin 'ortasından sıkılmış diş macunu' üreten bir fabrika yok, böylelikle tanıdığım birkaç kadının işi daha da kolaylaşırdı.

* Reich'ın, 'Ether, God and Devil, Cosmic Superimposition' isimli kitabı, 'protoplazmik simya'nın başucu kitabıdır.

* İşi çıktığı için ve saat ücreti yanmasın diye psikiyatristine kendisinin yerine arkadaşını gönderen biriyle tanışmıştım. Sonunda logar kapağını yutarak intihar etti.

* Batı uygarlığına uyumlu, 'kendiliğinden' bir ayrılık için, İsveç'li kadınları seçin. J'ai essayé, malchance! Encore une fois!

* Altı yaşında bir çocuk, masal kitaplarından dekupe edilmiş parçaları kusmaya başlar. Kusulan en büyük parça, uyuyan güzelin kalçasıdır.

* Vurmasın diye ayakkabı içine konan mendillere dair bir belgesel senaryom vardı. Ancak parasal destek yine 'toplumcu' tezgahçılara çıktı.

* Uygarlık, oedipal kafiyedir.

* 'Sus' yapan hemşire fotoğrafını hastanelere değil, tıp fakültelerinin kütüphanelerine ve yıkılmış kerhanelere asınız lütfen.

* Aynı kadınla yeniden sevişmek libidinal ötenazidir.

* 'Ego ideali' ve 'ideal ego' arasındaki fark, bakışın 'bakışmaya' olan uzaklığı üzerinden hesaplanır.

* Fetişist bir adama bir rahibenin ayağı nakledilir ve adam her ayağını okşadığında Rum Ortodoks Patrikhanesi'nde günah çıkarmak zorunda kalır.

5 Temmuz 2011 Salı

Primal Scene



Göz, bakışın kabuğudur ve onun ayrılabilir-koparılabilir özelliğini mühürleyen tensel bir işleve sahiptir. Gözden ayrılan bakış, tıpkı bir organın ya da bedensel bölgenin yüklendiği kısmi dürtüsel enerjiye benzer biçimde, bakılan ile bütünleşen bir 'görsel enerji' yüklenmiştir. 'Bakış' kavramını, baktığı malzemeden kaynaklı yüklenmiş olduğu libidinal enerjiyle nesneye dönüştüren (fallusun değiş-tokuş edilebilme özelliği) ve ona 'fallik nesne' değerini kazandıran, 'ilk sahne'nin (primal scene) yarattığı travmatik etkidir.

Film: Amer
Yönetmen: Hélène Cattet, Bruno Forzani

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Dipnotlar



* Bugün, Saint-Étienne'den gelen bir kargo paketinden eskimiş yeşil bir posta kutusu çıktı. Üzerinde Fransızca 'bebek morgu' yazıyordu.

* Bonnie Tyler'ın 'Total Eclipse of the Heart' şarkısı, korku filmlerinde karnı aç ölen Hıristiyan demokrat kadınları hatırlatıyor.

* Yakın bir kız arkadaşımın sütten kesilmesini şöyle kutladık: Kızın göğüslerini, ikinci dünya savaşından kalma bir fünyeyle patlattık ve göğüslerin içinden onlarca renkte konfeti ve Mussolini fotoğrafı fışkırdı.

* Jean-Claude Lauzon'un 'Leolo' filminin Yugoslav versiyonu, Goran Paskaljevic'in 'Varljivo Leto 68' isimli filmi.

* İnsanlara 'kavramlar' kadar iyi davranamadığımın farkındayım.

* Mummy Calls'ın 'Beauty Has Her Way' şarkısı, annemin makyaj masasında unuttuğu bir video kaseti hatırlatıyor: Repulsion by Polanski.

* Bunca yıldır ve onca erkek oyuncu arasında kendimi yalnızca Fernando Rey'le özdeşleştirebilmiş olduğuma inanmak güç.

* Dün gittiğim barda, yan masada oturan kadın, yarısına kadar içilmiş konyak ve sigara istediğini söyledi.

* Slogan atmak ve erken boşalmak arasında bir benzerlik var, 'Twitter' sayesinde bunu daha net anlamış oldum.

* Antonin Artaud'nun 'jest'i, Brecht'in 'gestus'una yeğdir.

* Talk Talk'ın 'Renee' şarkısı, 'The Fly' filmindeki Geena Davis'in aniden incelen DKNY marka siyah çoraplarını hatırlatıyor.

* Katatonik şizofrenlerle çalışın, devamlılık hatası yapmayın!

* Cinsel siyasete yürekten bağlı, kara mizahi Marksist Luc Moullet'nin erken dönem filmleri özellikle izlenmeli.

* Paranoid işitsel bilgi, bilimsel bilgiden güçlüdür.

* Devlet sansürüne karşı stratejisini yapılandırmış, kendi çapında formalist-sembolist İran sinemasından başından beri nefret ettim.

* Divinyls'in 'Pleasure and Pain' şarkısı, tatil köylerinin dans pistlerine bana çarpan ama kendilerinden özür dileyen kadınları hatırlatıyor.

* Erkek bedeninde eksik olan bir kemik var: 'Fren Kemiği'... Bunca tecavüzün olma nedeni, olsa olsa vücuttaki bu eril-filogenetik eksiktir.

* İnşaat işçilerinin parmaklarını yiyerek kilo dengesini koruyan zengin bir Türk kadını tanıyorum. Çekeceğim film için beni desteklememişti.

* Catherine Leiris tehlikeli bir isim, Michel Leiris ismini çağrıştırsa bile. Bu kadını gördüğünüz yerde gazeteden yapılma maskelerinizi takın!

* Çulsuz film yapımcıları yüzünden kafayı fazladan çalıştırmanın ne olduğunu iyi biliyorum. Ne kadar genel görürseniz o kadar harcanırsınız.

* Pat Benatar'ın 'Love is a Battlefield' şarkısı, tenis sonrası yüzü, siyaseti alınmış Leningrad kızılına dönen ilk aşkımı hatırlatıyor.

* Babalarını iştahla sindirememiş oğlan çocukları için intihar kentleri kurulmalı, özellikle de Adan Jodorowsky gibiler için!

* Sadece Absinthe içtiğimde itiraf ettiğim şöyle bir gerçek var: 'Le Sang d'un Poète' filmini, 'Un Chien Andalou'dan çok seviyorum!

* Şoförün tersinde yolculuk etmek, doğum travmasını azdırır. Bu yüzden sinemadaki 'geri kaydırma' hareketi kesinlikle yasaklanmalıdır.

* Çek sinemasını ölümsüzleştiren dört 'J' kuralı: 1) Jan Svankmajer 2) Jaromil Jires 3) Juraj Herz 4) Juraj Jakubisko

* Al Jarreau'nun 'Moonlighting' şarkısı, patates-köfte ve çocukluk duşlarımda gözlerimi yakan babamın tıbbi şampuanlarını hatırlatıyor.