28 Şubat 2010 Pazar

28 Şubat 2010 - Rüya


Geçen gece Wilhelm Reich'tan, bilmediğim bir mekanda tam sekiz saat blok ders aldım. Ben oturuyordum ve o ayaktaydı. Bir süre sonra yorulduğunu hissedip oturması gerektiğini söyleme ihtiyacı duydum ancak sonrasında utandım. Reich, sürekli sigara içiyor ve elini saçları arasında gezdiriyordu. Söylediklerinin hiçbirini hatırlamıyorum. Sadece son sözü kaldı aklımda.

"Kömürün siyahında kendi geçmişinin yüzlerini ara..."

Siyah, bastırılarak kemikleşmiş olanın rengiyse, altındaki saf elmas kimin yüzüne ait? Yakılmış ve yakılmamış olanı kendi tözünde saklayan bu materyal, bedenin ölümünden önceki ve sonraki cevherinin metafizik olmayan doğasını temsil ediyor. Tıpkı eşelenen toprağın saptırılmış ensest 'işlemi' olmasına benzer biçimde, kazdıkça yoğunlaşan kömür de yasağı yasaklayarak kendiliğin arzularını kamufle eden siyah bir 'içsel savaş' boyası. Reich, madene inmemi istiyor. İşçilik istiyor. Marksist bir psikanalist daha fazlasını isteyemezdi.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Sigh



Nefesim geleceği görüyor!

23 Şubat 2010 Salı

İyi ki Vardınız, İyi ki Yoksunuz



Bu filmi, ego idealimin sınırlarını ödünç heveslerle kasıp gevşeten, kendimi tanıma nefretime katkıda bulunan, silik bir cesaret gibi hayatıma girip de varlıklarını sözcükler arasında unutmuş olan, tanrı vergisi dengesizliğimi sakat bir at gibi koşturan, bedenimi oluşturan harfleri kendilerinden uzak bir nefesle içlerine çeken, hileli bir mercek gibi arzu odağımı sürekli değiştiren, aşkın bir ucunu makaraya bağlayıp da başkalarından çaldığım düşsel cehennemime kafa üstü sarkan ve onarılmaz cehaletleri altında atmakta olan korkak bir damar gibi ense kökümde yitip giden kadınlara adıyorum.

21 Şubat 2010 Pazar

Marie-Soleil Tougas


Yönetmen Jean-Claude Lauzon ile birlikte uçak kazasında yaşamını yitiren Marie-Soleil Tougas...

Ölü kadınlara duyduğum kıskançlık, bu merhumun yüzünde kaçınılmaz bir gerilime neden oluyor. Kendi çocukluğunu dişlerken vurgun yiyen ve asimetrik kalan diş yapısı ile ondan türeyen şu epizotik gülümseyiş, bu bulaşıcı varlığın tüm sırlarını apaçık ortaya koyuyor. 

Uçak düşerken ne hissettin? Çığlık atarken elin nerdeydi? O sırada en çok hangi uzvun terledi? Hiç şüphe yok ki sorulan sorunun ölümle girdiği doğrudan ya da dolaylı ilişki, o soruyu da acımasız bir pornografik meraka dönüştürüyor. 

Yere fırlatılmış bir boyama kitabına basmamak için yan çizen ve kendi ölüm haberini başkasının gazetesinden okuyan merhamet arketipi gözler... 

Marie-Soleil Tougas! Ölürken kendine poz vermek ne kadar zormuş.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Léolo



1997 yılında, oyuncu sevgilisiyle birlikte uçak kazasında ölen yönetmen Jean-Claude Lauzon, bu müthiş filmle şiire bulaşmaksızın nasıl şiirsel bir film yapılabileceğinin formülünü bıraktı bize.

Formül: Söz ile özneyi eşlemek yerine, söz ile nesneyi eşlemek. Böyle bir denklemde, görselin vazgeçilmez temsili olan nesne, çok geçmeden sözü ele geçirerek onu kendi suskunluğuna hapsedecektir. Şiirsel olan, suskunlukta gizlidir...

Sahne özeti: Sevgi ve nefretin eyleme konma aşamasında duyulan korku gericidir. Başka bir kadın sevmek yerine aynı kadını yeniden sevmeyi öğütleyen o korku, kas ve kişilik zırhlarını örgütler. Ancak aslolan, kişilik zırhının kas zırhından güçlü ve bir balığın, kılçığından daha savunmasız olduğu gerçeğidir.

19 Şubat 2010 Cuma

Vasfiye



Neden blogta Türk filmi yok diye mail atanlar! Alın size Vasfiye.

Vasfiye, sorgu ve soru arasında kalmış yasak arzudur.
Vasfiye, kadınlık ve kadın arasında kalmış kan kokusudur.
Vasfiye, hakikat ve gerçek arasında kalmış ucuz rüyadır.
Vasfiye, beden ve poster arasında kalmış duygusal bir şakadır.
Vasfiye, ten ve imge arasında kalmış kitap ayracıdır.
Vasfiye, aşk ve işaret arasında kalmış cehalettir.
Vasfiye, yas ve rüzgar arasında kalmış ölümdür.
Vasfiye, sen ve onlar arasına düşmüş artık düşüncedir.
Vasfiye, en sevdiğim Türk filmdir.

PS: Türk kadınlarının 'objet petit a' kipleri çok daha kabuklu ve girilmezdir.

17 Şubat 2010 Çarşamba

Emmanuelle Seigner VS Sharon Tate




Filmi ilk kez 95 yılında ve karşılıksız bir aşkın pençesinde yaşam savaşı vermekte olan kuzenimle birlikte izlediğimde, anlatılan karakter modellerine dair bir şey keşfettim. O da filmin iki dramatik epizot (sado-mazoşizm) halinde sunulan öykülerinin, tek kadını (Emmanuelle Seigner) konu alsa da aslında iki kadını (Emmanuelle Seigner-Sharon Tate) kapsıyor oldukları gerçeği idi. Buna göre, adamın aşkla acıyı harmanladığı ilk bölümün kahramanı Sharon Tate iken, bir zaman sonra saldırgan dürtülerinin hedefi haline gelecek ikinci bölümün kahramanı, hiç şüphesiz Emmanuelle Seigner olacaktı.

Manson tarafından katledilen Sharon Tate, ilksel anne temsilinin müthiş bir yansıması, Emmanuelle Seigner ise daha çok oedipal dönem anne figürünün ambivalans destekli karşılığıdır.

İzlemiş olduğunuz sahnedeki otobüsün, 15 yıldır kırmızı olduğu konusundaki yanılsamamı nasıl açıklamalı bilemiyorum. Sanırım kadının elbisesi ve otobüs arasında menstrüasyon eksenli travmatik -there she goes- bir bağ kurmuş olmalıyım.

16 Şubat 2010 Salı

Grażyna Szapołowska



Teleskop, uzağı değil geçmişi gösteren optik bir zaman makinesidir! Ve optik yanılsamanın (kapatılan gözden içeri sızan fantezi ve diğerine çarpan gerçeklik) ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz: Hiçbir jilet, bileklerinizden ve bakışlarınızdan daha keskin değildir.

Bundan Böyle Sonsuza Kadar Yaşayacağız



Ontolojik yarıktan giriş, harakiri yarığından çıkış yapılır. Gerçi bu kutsal ontolojik yarığın (biyolojik cennetin anahtarı) yanında, muhafazakar harakiri yarığından (yırtık suçluluk kası) söz etmek bile aptalca.

Bayanlar baylar! Hisayasu Sato, ayrılık kaygısının binlerce yıldır bilinen ancak kolektif olarak bastırılagelen reçetesini görselleştiriyor.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Schroeder'e Mektup





Sevgili Barbet Schroeder, bunca yıldır takıntılarından hiçbir şey kaybetmemiş olduğuna sevindim. 10 De Palma gücünde olduğunu, Zulawski'ye yetişmek için yeterince zaman kaybettiğini, Ferrara'nın erken dönemiyle gözü kapalı aşık atabileceğini, aynı kadınla yatsaydınız Polanski'den daha tahrikkar işler çıkarabileceğini ve Hollywood'un hizmetinde çektiğin dramaların son yarım saatini elinden geldiğince bok ettiğini biliyorum.

Ama takıntılar Schroeder, ah o takıntılar, yakamızı bırakmıyor değil mi? Gel bir anlaşma yapalım. Sen bana Maîtresse + Single White Female'in kamera arkalarını ver, ben de sana 'Torture Garden'a iki kişilik davetiye ayarlayayım.

9 Şubat 2010 Salı

Histoire de l'oeil



İdeal benlik: Baktığın yerden hareketle bakılan 'şey' ile özdeşlik.
Benlik ideali: Bakılan 'şey'den hareketle baktığın yer ile özdeşlik.

Örnek:

İdeal benlik: Araba kullanırken kendini James Dean gibi hissetmek.
Benlik ideali: Araba kullanırken James Dean tarafından gözetlendiğini hissedip vitesi stilistik bir manevrayla beşe takmak.

PS: James Dean laf olsun diye verilmiş bir karakter örneği. Asıl aklımdan geçen isim Fernando Rey idi.

5 Şubat 2010 Cuma

Eclipse


Güneş tutulması: Arzularınız benimle kendiniz arasına girer. Tam yedi ay sürer.

Ödünüz patlıyor gölgenize dokunmaktan değil mi? Devam edin korkmaya. Fassbinder yalan söylemiş. Korku ruhu kemirmez, tersine besler. Night nasılsa is young. Siz nasılsa are independent.

Ay tutulması: Bağımsızlığınızı esas alan pek değerli çatışmalarınız, kendilik ile kendiniz arasına girer. Ne kadar süreceği sizin kararınızdır.

Boş bırakılan yerlerinizi doldurmak için daha kaç mesafe 'zaman' gerekiyor? Öyle ya, bir vücutluk açık yarayla dolaşmak kolay değil. Her rüzgar, avazı çıktığı kadar bağırtır adamı! Bir mevsim gücünde düşen her yaprak, sizi daha çok yaklaştırır ölüme!

Beni dinleyin, siz en iyisi ne güneşe, ne de aya tutulun. Salıverin haksızca zaptettiğiniz gölgenizi bencil yaşamınızdan. Takdir buyurduğunuz üzere, bağımsızlık adına yalnız kalma hakkını kullanmak koşuldur. O halde sıyrılın yansımanızdan. Nasılsa yaralı gölgenize sahip çıkacak başka biri bulunur. Duvarlardan da uzak durun. Tencere, ocak, üzerine yansıyacağınız ne varsa bir an önce kaldırıp atın.

Oh, bir atımlık bağımsız kadınlar! Oh, uygarlığın turnusol kağıdında kararlarını kırmızıya dönüştüren evcil kadınlar! Oh, bastırdıkça vücuduna kan yerine buzlu kokain pompalayan medeni kadınlar! Tıpkı Faust gibi cesaretini şeytana satanlar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

4 Şubat 2010 Perşembe

Lise


Yüzün, ampulleri patlamış gökkuşağı!

2 Şubat 2010 Salı

Double Bind


Déja Vu: Anın anısı.

Fasit Daire


Aynı yerden bir kez daha geçmemek için her yüz metrede bir yola kafamdaki kadını bırakıyorum.