29 Nisan 2015 Çarşamba

Okuma Bayramı


Yıl 1983... Okuma bayramında Gestapo olarak görev aldım! Ve o günden sonra ne yaparsam yapayım, hareket alanımı sınırlamak adına tebeşirle çizilmiş o primordial bölgenin, o fosil-dairenin dışına bir türlü çıkamadım.

Okuma bayramı, sonraki okumalarımı sağlı sollu etkiledi elbette. Ama sonunda geldiğim yer, yine o prematüre bayram sevinci, yine o pencereleri kapalı bayram yeri oldu.

Kişisel tarihimde yalnızca kendime ve o da 'yarı-açık' bir müze olsam da bu kez müzenin kapılarını sizlere açmış olmanın sözde mutluluğunu yaşıyorum.

PS: Müzenin yalnızca ilk katını gezebilirsiniz. Bir sonraki fotoğrafı görebilmek için lütfen kangren olmuş silahımdan sarkan tek raylı möbius şeridini takip ediniz.

24 Nisan 2015 Cuma

Ay Tarafından Kutsanmamış Bir Mezarlığım


Baudelaire'i ilk kez okuduğum ya da okumaya çalıştığım 24 Nisan 1990 tarihinden bu yana geçen 25 yıl boyunca, daha önceleri olabilmeyi başaramamış bir kelimeyi anlamsız bir çabayla da olsa oldurmaya değil ve fakat keşfetmeye çalıştım. Sonunda ise Baudelaire'in deyimiyle fani olandan ebedi olanı çekip çıkarmaya kendimi zorladığım bu zaman diliminde, yine onun mezarı başında ve onun sözcükleriyle dinlerken buldum kendimi. Hatırladığım ve çevirebildiğim kadarıyla paylaşıyorum, duyduklarımı... 

* Her zaman şair olun, yavan sözcüklerde bile olsa. 

* Aşkı sindiremeyen kilise, sonunda onu dezenfekte ederek evliliği yarattı. 

* Deha, tam zamanında ve yeniden ele geçirilen çocukluktan daha az ya da fazlası değildir.

* Tuhaflık, güzel olanda en elzem malzemedir. 

* Sıkıntının çölünde, kaygının vahası. 

* Onları ele geçirmeniz adına sizi arzuyla ilhama sürükleyen ve kendilerinden zevk almanızı sağlayan kadınların yanında, o öyle biri ki bakışlarının altında kalmış olan sizi ağır ağır ölüyor olmanın arzusuyla dolduran. 

* Müzik gökyüzünü kulaçlıyor. 

* Wagner'i sevsem de tercih ettiğim, pencerenin dışına kuyruğundan asılmış bir kedinin tutunmak için cama pençelerini geçirmeye çalıştığı müzik. 

* Tanrı bir dedikodudur, kazançlı olanından. 

* Şeytanın eli her hareketimizi yönetir; nefret ettiğimiz şeyleri sevdiklerimize dönüştürür. 

* Ruhu fesheden materyalistler, cehennemi de yok sayarlar. Her durumda miskin olan bu insanlar, yeniden yaşamaya karşı da kaygı doludurlar. 

* Bir tüccar için dürüstlük dahi mali bir yatırımdır. 

* İçinde melankoli olmayan bir güzelliği tanımlamakta güçlük çekerim. 

* Olmayan bir kelimeyi keşfedin ama daha öncesinde olmadığına emin olarak. 

* Bana yaşamam, var olduğumu hissetmem ve ne olduğumu bilmem konusunda yardım eden gerçekliğin kendi dışımda var olması neyi değiştirir ki?

* Çılgınlığın kanadındaki rüzgarı hissettim. 

* Her gün cehenneme bir adım daha atıyoruz, pis kokular içinde ve dehşete kapılmaksızın. 

* Hatırlamak, acı çekmenin yeni formu. 

* Aşık olma eylemi işkenceye ya da cerrahi bir operasyona benziyor. 

* İmgelem, sonsuzluğa sahip olan bir hakikatler kraliçesidir. 

* Hep sarhoş olmalı. Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, siz seçin. Ama sarhoş olun. 

* Her düşünürden, hayattan geri kalanın ne olduğunu bana göstermesini isterim. 

* Ay tarafından kutsanmamış bir mezarlığım.

21 Nisan 2015 Salı

Aton VS Giacometti


Güneş batmak üzereyken soldaki fotoğraf pozlandı: 

Amalfi'den Positano'ya doğru ve ölüme davetiye çıkaran virajlı bir yolda son sürat giderken hiçbir içsel ya da nesnel kışkırtıcı neden olmaksızın ani bir frenle durma gereği hissettim ve kendi kutsal sıcaklığına şirk koştuğu için Mısır'dan İtalya'ya sürülmüş olan güneş tanrısı Aton'un hormonlu-turistik aydınlanmasını arkama alarak birkaç saniye içerisinde ölümsüz boy kompleksimi mucizevi bir biçimde aşabilmeyi -ölebilmeyi- başardım. Sonrasında, topuklu ayakkabı giyen kadınlardan daha yüksekte olmamı bana bağışlayan ve güncel adı Foton olan Aton Tan'rısına şükranlarımı sunarak 2 metre 3 santim olan yeni endamımla birlikte yoluma devam ettim. 

Güneş battıktan sonra sağdaki fotoğraf pozlandı: 

O gece yazık ki Aton'un Foton'a dönüşmesine benzer bir dönüşüm yaşayan fiziksel yapım gereği hiçbir uyku tulumuna sığmayı başaramadım. Etrafımdaki tüm kadınların uykuya daldıkları bu süreçte, ikinci el libidomun hiç de bana ait olmayan bir nefesle gecenin içine doğru çekildiğini hissettim. O an aklıma ne 'The Young and the Restless' dizisindeki Nikki Newman ve ne de ölüm nedeninin 'nedensizlik' olarak kayıtlara geçtiği Carax'ın 2011 ölümlü karısı Yekaterina Golubeva geldi. Tam da bana ait olmayan gecenin sıkıntısı üzerime çökmüşken aklıma gelen isim nedense Alberto Giacometti oldu. Hayli mistik-mucizevi bir biçimde boy atmış olmanın getirdiği özgüveni de yanıma alarak güneş doğmadan önce onun heykelleri ile ilgili yalnızca tek bir slogan üretmeyi başarabildim: 

Slogan: Giacometti'nin heykellerini tıpkı bir sakız gibi sonsuzluğa uzatan cevher, gecenin ışığıdır. Onun figürlerindeki kararsız durağanlık, ölümsüz bedenin anatomik yapısıyla değil, ölümlü arzunun diyafram değeri her saniye değişen kekeme doyumuyla bir form kazanabilir ancak. 

14 Nisan 2015 Salı

Hepinize Başarılar



Soru: Hegel'in gayrimeşru kuramı 'Objective Chance' ve Alfred Jarry'nin rüyalarımda dahi olsa Paul Feyerabend'i esinlediği kuşku götürmez 'Patafizik' anlayışı üzerinden, Güney İtalya'da bir randevuevinde bir araya getirmeyi başardığım sado-mazoşizm (Sadismo - Il Masochismo) sözcüklerini, Richard von Krafft-Ebing'in sıkıcı psikiyatrik formülasyonunu hesaptan düşerek yorumlayınız.

Kullanacağınız her 'Hegel' ismi için 5 puan, her 'A. Jarry' ismi için 10 puan, her 'Richard von Krafft-Ebing' ismi için 15 puan ve her kuramadığınız cümle için 20 puan alacaksınız.

11 Nisan 2015 Cumartesi

Il Libro Rosso


Antalya'da düzenlenen uluslararası psikiyatri kongresinin kaçıncısıydı bilemiyorum ama Thomas Szasz'dan ya da David Cooper'dan alıntı yapmayacağıma dair parmak izim ve sözüm alındıktan sonra kongreye konuşmacı olarak çağrıldığımı hatırlıyorum. Sonu 'Bilmem Ne'nin Psikanalizi' ile biten başlıklardan biriydi konuşmamın konusu; 'Giderek Kırmızıya Dönen Trafik Işıkları ve Fransız Sinemasında Geçit Vermeyen Anal Obsesif Kadın Karakterlerin Psikanalizi' gibi bir şeydi sanırım, hatırlamıyorum gerçekten...

Yine de kongreye neden katıldığımı çok iyi hatırlıyorum; psikiyatrların psikiyatrı Otto F. Kernberg'le tanışma fırsatını yakalamak için elbette! Tek derdim, kendisiyle gecenin kör bir saatinde Lara plajında sözleşmek ve yattığımız yerden gökyüzüne bakarak hangi parlayan yıldız-nesnenin sevgili annemi ve hangi sönmüş olanın babamı temsil ettiğine dair yarı metafizik, yarı astro-psikanalitik bir konuşmayı gerçekleştirmekti. Ama sonunda ne oldu? Kendi yaşamım dahil her şeye geç kaldığım gibi Bay Kernberg'e de geç kaldım! Otele yerleştikten sonra stajyer bir kızdan aldım kötü haberi. Wilhelm Reich'a gönderme yapan literatürümü bağışlayın ama bitkisel olduğu kuşku götürmez bir orgazmı temsil eden o güzelim köprücük kemiğini titrete titrete bana Kernberg'in otelden ayrıldığını söyledi stajyer kız... Hayallerim yıkıldı... Takım elbiseli otel görevlileri tarafından bileğime takılan ve bir psikiyatr simülakrından daha fazlası olmadığımı mühürleyen acun mavisi bilekliğin izniyle üst üste birkaç kadeh şarap içtikten sonra otelin önündeki plajda soyunup çırılçıplak denize girdim. Derdim, Otto Rank'ın meşalesiyle ana rahmine giden yolu bulmak değildi elbette ya da bileşik bir kelimeden daha ölümlü olmayan bir Tan'atos deneyimi yaşamak... Sadece hayatımda kaçırdığım ne kadar insan varsa hepsine boy vermek istedim. Listenin sonuna, bileşik bir kelimeden daha anlamlı olmayan ass'solist Otto Kernberg'i de koyarak, kaçırdığım herkese ve her şeye boy verdim.

Neyse ki on dakika sonra, başarılı bir doğumu temsilen ve avaz avaz bir öksürüğün eşliğinde kıyıya ayak basmayı başardım! Anadan doğma çıplaklığımı kamufle ederek yalnız'ca psikiyatrların eğlendiği 40 metrekarelik bardan bozma bir ortama sürtünmesiz geçiş yaptım. Mekanda herkes nefes almaksızın o gün gerçekleşen paneller hakkında sohbet ediyordu. Ancak grubun içinden biri, bir kadın, diğerlerinden çok daha heyecanlı-hezeyanlı bir ritmde konuşarak dikkatimi çekmeyi başarmıştı. C. G. Jung'tan söz eden ve her nefes alışında nefesinin yarısını kutsal mı kutsal dolunaya hibe eden bu kadının yarıçapına kadar yaklaşmaya cesaret bulsam da günahlarım kadar tenime sinmiş ahlakım gereği Miss. Professional'ın konuşmasını bitirmesini bekledim. Her şeyin bütünüyle sona erdiğinden emin olduktan sonra ona şu soruyu sorduğumu hatırlıyorum:

-  Kulak temizleme çöpüyle üst üste orgazm olan bir öğrencim var. Bu kötü huyundan kurtulmak istiyor. Aktif imajinasyon tekniğini önerir misiniz?

Jungian değil ve fakat Freudian bir mucizeyle ağzından düşen sarma sigarasının üzerine basarak hiddetlendi kadın. 

- Ben senin filmlerindeki açılara karışıyor muyum? Sen de sohbetimize karışma lütfen!

Bu tepkiden sonra ne denize dönecek enerjim ve ne de Kernberg'in hayrına nesne ilişkilerimi yeniden düzenleyecek umudum kalmıştı. Odama dönüp en sevdiğim Fransız filmlerinden birini -Céline et Julie Vont en Bateau- düşünerek uyuyakaldım. 

... Aynı isimli filmden paylaştığım bu yarım yamalak dans sahnesini o gece tüm detaylarıyla rüyamda gördüm...

Ertesi gün konuşmamı yapmadan önce pantolon fermuarımı iki kez kontrol ettim ve rüyayı olduğu gibi dinleyicilere aktardım.   

7 Nisan 2015 Salı

9.15


G sınıfı ehliyetini 1976 Mayıs ayında Donald Winnicott'tan alan annem, hidrolik bir direksiyondan daha fazlası olmayan bedenimi en güvenli sürüş formüllerinden biri olan 9.15 pozisyonunda tutarken... 

O tarihten sonra iki kez direksiyon hakimiyetini kaybetti annem, 1979 Haziran ve 1991 Şubat ayında... İlkinde cinsiyetim belirdi eczalı bir aynada, ikincisinde ise sürrealizme olan aşkım.