19 Haziran 2012 Salı

Doğrusal Libidinal Vektörler

Arasında uyumak istediğiniz çifti seçin, göreceğiniz rüyayı biz tasarlayalım. Her biri 110 volt değerindeki sekiz işlevli arzu devresine ulaşmak için yapmanız gereken, içinde çay bardağı, kaval sesi, uçan balon, yağda yumurta, sigara izmariti, cep telefonu, Kuğulu Park, kömür sobası, martı sesi, kar manzarası, sallanan şizofren kız, pozitif ayrımcılık, İstiklal Caddesi, kır kahvesi, televizyon haber görüntüsü, özenle yoksullaştırılmış çocuk ve ağlayan palyaço olan kısa filmleri bize şikayet etmek. En az üç film şikayet edene ilk uyku %40 indirimli! Cenneti ayağınıza getirdik, siftah için beklemeyin, hemen şikayet edin!

Haz İlkesinin Ötesini Keşfedin

Postfeministler için az kullanılmış Lacan çıkartmalı 'jouissance' paketi. Şimdi alın, iki katını ödeyin. Devrim geciktirici spreyi ve cinsel kimlik korumasıyla kendinizi hiç olmadığı kadar güçlü ve güvende hissedin.

15 Haziran 2012 Cuma

Freud & Nut Bar

Kalite imzalı bu kusursuz libidinal ürünü günde iki kez kullanın ve oral döneme vizesiz, vizitesiz gönül rahatlığıyla gerileyin. Unutmayın, bilinçdışı bizim işimiz!

6 Haziran 2012 Çarşamba

Baktığınız Yerden Göremediğiniz Sürrealist Filmler

Death Bed: The Bed That Eats (George Barry, 1977): Kişisel bilinçdışı kaynaklı psikanalitik malzemeye bütünüyle açık irrasyonel ve fantastik bir masal atmosferi yaratan film, ölüm takıntısını ironik anlamda fetişleştirerek imgeye dayalı bir söylem tarzı oluşturduğu için sürrealisttir.
Begotten (E. Elias Merhige, 1990): Kişisel ve kolektif bilinçdışını tarihsel bir metin üzerinden estetize eden film, güncel-mitolojik bir atmosfer yaratarak zihinsel anlamda soyut, görsel anlamda ise hayli metaforik bir kurgusal tarih söylemi yarattığı için sürrealisttir.
Leolo (Jean Claude Lauzon, 1992): Çocukluğun örtük anılarından yola çıkarak imgesel bir gösterge zinciri oluşturan film, sürrealizmin şiirsel söylemiyle uyumlu masalsı bir atmosfer yarattığı için sürrealisttir.
Trans-Europ Express (Alain Robbe Grillet, 1967): Absürditeyi nesnel gerçeklik içerisine sızdıran, formalist kurgu yapısını ise görsel bir metin yaratmak adına işler hale getiren film, içsel siyaseten politik bir masal söylemini tetiklediği için sürrealisttir.
The Hour-Glass Senatorium (Wojciech Has, 1973): Ne tamamıyla içsel ve ne de dışsal gerçekliğe ait bir fantezi alanında, bilinçdışı ile bilinç arasında bir köprü olarak hayata geçirdiği anılar üzerinden masalsı bir atmosfer oluşturan film, rüya draması ve narratif söylemi bütünleştirebildiği için sürrealisttir.  
La Bete (Walerian Borowczyk, 1975): Tarihsel öyküsünü 'hayvani' bir erotizm düzeyinde ve iç içe geçmiş eklektik bir zaman kurgusunda işleyen film, bilinçdışına bastırılmış dürtüleri mitolojik bir malzeme oluşturacak biçimde görselleştirerek provokatif bir rüya sembolizmi yarattığı için sürrealisttir.
Possession (Andrzej Zulawski, 1981): Kendi gerçekliklerini yabancılaşmış bedenleri dışında ve deliliğin sınırında kurmaya çalışan karakterleriyle özellikle Lacanian yorum ağında fantastik bir atmosfer yaratan film, bilinçdışının gündelik gerçekliğe olan sızıntısını travmatik bir gösterge dizgesi üzerinden kurguladığı için sürrealisttir.
La Belle Captive (Alain Robbe Grillet, 1983): Epizotik öyküsel yapısıyla Freudian rüya dramasını türler arası metinsel bir formüle oturtan film, 'noir sürrealizm' olarak tanımlanabilecek edebi değeri yüksek, sarsıcı bir anlatım tarzı yarattığı için sürrealisttir.
Nuit Noire (Olivier Smolders, 2005): Grillet'nin söz aracılığıyla kurduğu şiirselliği formalist bir üretim disiplini dahilinde işleyen film, nesnenin teşhiri değil, nesnenin kendini teşhiri üzerinden yarattığı fantastik doku anlamında sürrealisttir.  
Amer (Helene Cattet, 2009): İnfantil kabuslar üzerinden bilinçdışının travmatik yüzünü ortaya çıkarmak adına, özellikle görsel-plastik yapısında deneysele varan aşırı formalist bir anlatım üreterek sürrealizmi fantastik boyutuyla yorumladığı için sürrealisttir.  
The Nine Lives of Tomas Katz (Ben Hopkins, 2000): Salvador Dali'nin Paranoyak Eleştirel Yöntemini kullanarak gündelik gerçekliğin rasyonel mantık zincirini bozguna uğratan film, zihnin paranoid işlevini estetize ederek patolojik bir zaman ve mekan duyumu yarattığı için sürrealisttir.
L'eden et Apres (Alain Robbe Grillet, 1970): İmgesel gerçeklik dizgesini fragmanlar halinde parçalayan film, fantastik anlatımı sözün şiiri ile buluşturarak kolajı andıran zihinsel bir kurgu efekti yarattığı için sürrealisttir.  
Tuvalu (Veit Helmer, 1999): Nesnel mekan ve zaman algısını yok ederek düşsel bir şehir atmosferi kuran film, masalın standart yapısını grotesk-sürrealist bir söyleme dönüştürerek konuşma diliyle nesnenin dili arasında gösel bir simya yarattığı için sürrealisttir.
Man, Woman and the Beast (Alberto Cavallone, 1977): Freudian rüya sembolizmini kullanarak yerel-toplumsal olanın bilinçdışını fantastik bir anlatım çeşnisi ile bütünleştiren film, cinsel politikanın hizmetinde, 'pornografik sürrealizm' olarak tanımlayabileceğimiz grotesk bir metin oluşturduğu için sürrealisttir.
Sweet Movie (Dusan Makavejev, 1974): Kara mizah tarafından tetiklenen politik sürrealizmi, Brecht'in tarihselleştirme efektini kullanarak vulgar bir gerçeklik modeliyle kaynaştıran film, Reichian psikanalitik okumaya açık toplumsal ve bireysel malzemeyi travmatik bir fantezi alanı yaratmak adına seferber ettiği için sürrealisttir.
Songs From The Second Floor (Roy Andersson, 2000): Kara mizahı ve absürditeyi olanca yetkinliği ile kullanan film, imgesel anlamda olmasa da nesnel gerçekliği bütünüyle dönüştürebilecek epizotik bir mizansen ağı oluşturduğu için sürrealisttir.
Throw Away Your Books, Rally in the Streets (Shuji Terayama, 1971): Farklı tarihsel dönemlerin ürünü olmasına rağmen arkaik dadaizmin kusursuz bir temsili olan film, bilinçdışının saldırgan öğelerini hem ehlileştirilmiş bir şiirsel söylem ve hem de oldukça efektif bir analojik anlatımı desteklemek adına kullandığı için sürrealisttir.
Gorod Zero (Karen Shakhnazarov, 1989): Helmer'in Tuvalu filmini çağrıştıran bir irrasyonel mekan üzerinde kendi kara mizahi dinamiklerini oluşturan film, Tuvalu'dan farklı olarak hayli yoğun bir politik metafor zincirini anlatım kurgusuna dahil ettiği için sürrealisttir.
The Wayward Cloud (Ming-Liang Tsai, 2005): Birden çok film türünün yapısal özelliklerini ironik ve yer yer sembolik bir söyleme sıkıştırarak psikanalitik okumaya açık görsel malzemeyi 'pornografik sürrealizm' dahilinde dinamik hale getirdiği için sürrealisttir.
Taxidermia (György Palfi, 2006): İrrasyonel düşünce tarzını epizotik anlatım tarzıyla özgürleştiren ve güncel gerçeklik içerisinde kavradığı patolojik ayrıntılar üzerinden kişisel bir tarih kurgusu üreten film, absürd sürrealist söylemi kendine has dinamiklerle zenginleştirdiği için sürrealisttir.
The Cremator (Juraj Herz, 1969): Çekoslavak sürrealizminin ortodoks sürrealizme yaklaştığı noktada oldukça zengin sayılabilecek sürrealist malzemeyi sinematografik anlamda üreten film, toplumsal kara mizahı kişisel ahlakın patolojisiyle birleştirerek irrasyonel bir fantezi alanı yarattığı için sürrealisttir.
Valerie and Her Week of Wonders Jaromil Jires (Jaromil Jires, 1977): Yerel mitolojik dokuyu bilinçdışının hizmetinde yeniden üreterek ortak ve örtük bir masalsı atmosfer oluşturan film, fantastik öğeler ile 'mistik' libidinal malzemeyi bir araya getirdiği için sürrealisttir.
Perinbaba (Juraj Jakubisko, 1985): Doğaüstü ve gerçeküstü kavramlarını nesnel gerçeklikten bütünüyle soyut bir fantastik evren modeli yaratmak adına kullanan film, masal metinlerinin içerdiği kolektif bilinçdışı malzemeyi sinematografik bir yetkinlikle estetize ettiği için sürrealisttir.

6 Haziran 2012 - Rüya

Daha önce bulunmadığım bir sınıfta ve oldukça saygı gören bir akademisyenin dersindeyim. Projeksiyon perdesinde Ertem Eğilmez'in 'Canım Kardeşim' isimli filminin son sahnesi var ve hoca, arada sahneyi durdurup film üzerine psikanalitik yorumlarda bulunuyor. Örneğin filmdeki küçük kardeşin ölümünün ağabeylerde müthiş bir ensest arzu açığa çıkardığından söz ediyor. Hocanın özellikle bu son yorumu üzerine dersi kibarca bölüyor ve tamı tamına şu cümleyi kuruyorum: 'Yediğimiz yiyeceklerin vücudumuzda kimyasal etkileşime girerek hayatımızı devam ettirmek gibi bir işlevi var. Oysa hiçbir zaman doğruluğu kanıtlanamayacak olan psikanaliz-sinema ilişkisine neden gereksinim duyalım ki?' Bu soru üzerine hoca rahatsız bir yüz ifadesiyle sırıtarak Türkiye'nin hızla Avrupalaşması gerektiğini, psikanaliz-sinema ilişkisinin bu süreci hızlandıracağını ve sorduğum bu aptalca sorunun onu ciddi anlamda hayal kırıklığına uğrattığını söylüyor. Sınıftaki diğer öğrenciler de baş hareketleriyle hocayı desteklediklerini gösteriyorlar. Ölü kardeş ve nekrofili üzerine yapılan iştahlı yorumlar bir süre daha devam ettiği sırada projeksiyon perdesi kocaman bir erkek ağzına dönüşüyor. Sınıftaki herkes, sanki hiçbir şey olmamış gibi hocanın rehberliğinde öğle yemeğini yemek için devasa ağızdan içeri giriyorlar. Ben de yalnız kalacağım korkusuyla onlarla birlikte aynı yolu takip ediyorum. Ağız kapısı bizi pahalı bir alış veriş merkezinin restoranına çıkarıyor. Bir süre restoran içinde dolaştıktan sonra üzerinde bolca lahmacunun önceden pişirilip servis edildiği bir masaya oturuyoruz. Hoca, tam bir lider edasıyla ve yapmayı sürdürdüğü yorumlarındaki ince detaylarla masadaki kızları kendinden geçiriyor. Örneğin küçükken annesinden emdiği sütün burnundan geldiğini, böylelikle kısa süreli bir boğulma tehlikesi atlattığını ve bu yüzden Titanic filminin 'Titsanic' olarak dikkate alınması gerektiğini söylüyor. Hocanın tam karşısında oturan ve oldukça iri göğüsleri olan kız, yapılan bu yorum karşısında sağ göğsünü kararlı bir manevrayla tişörtünün dışına çıkarıp önündeki bol soğanlı lahmacunu yemeğe devam ediyor. Dikkatle baktığımda, kızın tişörtünde 'Invaders From Mars' filminin afişini görüyorum. Kızın göğsü, tişörtte yazılı 'Invaders' sözcüğünün neredeyse tamamını kapatmış durumda. Bunun üzerine cesaretimi toplayıp masaya dönüyor ve yüksek bir sesle göğüsün bilinçdışı bir jest olarak 'Invaders' sözcüğünü perdelemiş olduğu yorumunu yapıyorum. Kimse söylediklerimle ilgilenmiyor. Bunun üzerinde yaptığım yorumu derinleştiriyor ve Mars gezegeninin fiziki yapısı gereği göğsü çağrıştırdığını, aynı zamanda bilinmezliğini koruması anlamında dünyalıların nefret hedefi olduğunu ve göğüsün kapattığı 'Invaders' sözcüğünün ise dünyalıların bilinçdışı Mars nefretine karşı göğüsten gelen bir misilleme hareketi olabileceğini söylüyorum. Tam o sırada kızın göğsünden konfetiler fışkırıp masaya yağmur gibi yağmaya başlıyor. Bu rengarenk tabloyu gören masadaki herkes çıldırmış gibi alkışlamaya başlıyor beni. Kızlardan biri, hem akmakta olan salyasını elinin tersiyle siliyor ve hem de var gücüyle avuçlarını birbirine vurarak bana olan hayranlığını göstermeye çalışıyor. Bir diğer kız ise sevinçten ağlayarak dudaklarını ısırıyor ve arada burnunu çekerek sürekli istavroz çıkarıyor. Hoca ise bu yorumum sayesinde Avrupalı olmaya hak kazandığımı ve bundan böyle ülkelere vizesiz giriş yapabileceğimin müjdesini veriyor. Sonra da cebinden 'Renault 5' arabasının anahtarını çıkararak gömleğimin ön cebine koyuyor. Arabasını bana armağan ettiğini, onunla dilediğim kızı götürebileceğimi ve bu iddianın testi için de masadaki kızlardan birini seçmem gerektiğini söylüyor. Oldukça heyecanlı bir tonda masadaki kızlara bakıyor ve onların doktora yapan kızların geneline göre oldukça güzel görünmelerine büyük bir mutlulukla şaşırıyorum. Sonra da aklıma korku filmlerinde sağ kalan kızların genel fiziki yapısı geliyor ve seçimi buna göre yapmam gerektiğini, aksi taktirde gecenin sonuna dek hayatta kalamayacağımı düşünüyorum. Bu inançla, sınıfta daha önce dikkatimi çekmeyen, yanımda dizlerini bitiştirerek oturmuş ve eğik başından düşen saçların gözlerini kapattığı kızı seçiyorum. Kız, omzuna dokunmamla birlikte irkiliyor ve ürkek bir tavırla saçlarının bir bölümünü sağ kulağının arkasında toplayarak gözlerinin görünür olmasını sağlıyor. Sonra da durumdan haberdar olan bir refleksle ayağa kalkıp 'hazır' olduğunu ifade ediyor. Masadaki diğer kızlar, seçtiğim kişiyi kıskanır biçimde birbirlerinin kulaklarına fısıldamaya başlıyor. Hoca ise seçimimin kesinlikle doğru olduğunu, kızın su ürünleri lisansı yaptığını ve özellikle de büyük balıkları sevdiğini söylüyor. Herkese teşekkür edip masadan ayrılıyorum. Kısa ve sessiz bir yürüyüşten sonra kızla birlikte asansörün önüne geliyoruz. Ona infantil nedenler yüzünden asansöre binemeyeceğimi ve merdivenleri kullanmam gerektiğini söylüyorum. Kız, 'peki' anlamında başını sallıyor ve asansörü çağırıyor. Ona yetişmek için hızla merdivenleri inmeye başlıyorum. Merdivenler, çocukluk yıllarımda yaşadığım evin merdivenlerine dönüşüyor ve ne kadar inersem ineyim asla zemin kata ulaşamıyorum. Sonunda yaşadığım yorgunluğa dayanamayıp kıza daha kestirmeden ulaşabileceğim inancıyla kendimi merdiven boşluğuna bırakıyorum.

4 Haziran 2012 Pazartesi

Entrechat

Kısa filmim Entrechat, 8 Haziran günü Roma'da (Acquario Romano - Casa Dell'Architettura), saat 22:30'da izlenebilir.