25 Kasım 2009 Çarşamba

Möbius


Narsisizm: Libidinal yakıt ekonomisi.
Narcissism: Narcissism refers to the personality trait of self-esteem, which includes the set of character traits concerned with self-image or ego (Wikipedia).

Psişik Exorcism


Aktarım: İki boş aküyü birbirine bağlayarak şarj etmeye çalışmak.
Transference: Transference is a phenomenon in psychoanalysis characterized by unconscious redirection of feelings for one person to another (Wikipedia).

Gradiva


Fetişizm: Nesnenin kaygıyla uzlaşma noktası.
Fetishism: Fetishism is the sexual arousal brought on by any object, situation or body part not conventionally viewed as being sexual in nature (Wikipedia).

22 Kasım 2009 Pazar

Sözcükler ve Görüntüler


* Şimşek ve gök gürültüsü gibi, önce yüzün görünüyor, sonra terk edişin.

* Küflendikçe açığa çıkan zehirli bir kimyasal reaksiyon, çocukluk kentim.

* Beklenti, bekleyişin negatifi. İlki kadınlar, ikincisi ölüm için.

* Uyurken gözlerin, oyun hamurundan yapılma kazara devinim.

* Sarı çizmeleri şekerli çamura bulaşmış kız çocukları, gözlerinde şarap lekeleri.

* Işık geçirmez bedenin, aramızdaki yakınlığın yanılsama payı.

* Bıraktığım yerde yoksun, bıraktığım yer de yok.

* Zaman tarafından terk edilmek, ölümün eşcinsellik kipi.

* Güzellik, içi cam kırıklarıyla doldurulmuş makyajlı kuş ölüsü.

* Yüzün, ampulleri patlamış gök kuşağı.

* Arzuda devamsızlık, makas değiştiren kalbin hastalığı.

* Aniden direksiyona düşen yüz, ölümü uğurlayan kısık sesli klakson.

* Zamansızlığa koca çırpınışlarla gerileyen eklemsiz melek.

* Sesin, buzul çağına bırakılmış devasa kömür parçası.

* Yüzündeki damarlar çekildiğinde, sarı iksire boyanmış kumsallar kaldı geriye.

* Bir kadının arkasından bakakalmak, manevi sürtünme kuvveti.

* Sis, kendini teşhir ederek gizleyen tek hayalet.

* Uyumsuz gülümseyiş, yol ortasına bırakılmış çürük ayakkabı.

* Açık kalmış araba silecekleri, nesnenin kendi varlığını kutsayışı.

* Şarj edilebilir tek klişe, orgazm. Ölümü geciktirmenin efendisi.

* Uyurken yüzün, hurda yığını arasında beliriveren hassas ayak bileği.

13 Kasım 2009 Cuma

Kanal 16


Eski bir televizyon istasyonu. Sıcaklık 18 derece. Kadife kurusu paçalarını çizmelerinin içine sokan kadınlar geçiyor önümden. Üzerinde görüntü sinyallerinin kuruduğu kağıt duvarlardan gelen yağlı çörek kokuları... Nesnelerin kansız refleksleri, tuhaf bir üst üste yığılmışlık duygusu yaratıyor.

Nefesini tutarak yerini sabitlemiş güneşe dönüyorum. Yüzüm kızarıyor. Ölü zamandan kopmuş bir kıymık parçası, kalp atışlarım arasına girerek kendini yontmak istiyor. İzin veriyorum. Patlamak üzere olan 'sıkıntı' sözcüğünden, eskilere ait bir şarkı sıyrılıveriyor. Şarkının yüzeyinde, bata çıka ilerlemeye çalışan sayısız kadın yüzleri...

Kız kardeşim, medya istasyonunun sahibi. Eteğinde kelebek ölüleri taşıyor ve içinde yaşattığı her boşluğa, kemiksiz bacaklarıyla uzun süreler bağdaş kurabiliyor. Sürekli hiçbir erkeği sevemediğinden şikayet ediyor. Tüm bunları söylerken asla yüzüme bakmıyor ve olmayan bir aynanın önünde, uzak ülkelerden aldığı yeni elbiseleri deniyor. Hepsinin üzeri kanlı. Hepsinin üzerinde badem kırıntıları. Sonra başka bir kız giriyor odaya. Ayaklarının dibinde koyun ölüleri. Sütyeninin içinde iki sap pamuk helva. Kız kardeşime aldırış etmeksizin bana doğru yaklaşıyor ve hayatımda ilk kez taktığım mavi kravatın ucundan tutarak yamuk attığı adımları eşliğinde beni diğer odaya sürüklüyor. Annesinden söz etmeye başlar başlamaz ojeleri çatlıyor kızın. Yüzündeki acı ifadesi, giderek kaynağı belirsiz bir gülümsemeye dönüşüyor. O an buluta giriyor güneş ve şeytan minareleri yağmaya başlıyor üzerimize. Annemin, anneliğinin otuzuncu yıl dönümünde armağan ettiği şemsiyeyi açıyorum. Küflü minareler, şemsiyenin yamalı yüzeyine çarpıp paramparça oluyorlar.

Sıkıntı, yalnızca kendisine bölünerek çoğalan bir kadını çağrıştırıyor. Arkadaşım olduğunu iddia eden insanlar geçiyor önümden. Hepsinin kulağında, ince bakırdan yapılma iletken kulaklıklar. Başlarını sağa sola sallayarak dans ediyorlar. Birbirlerine, kahkaha halindeyken tıkalı kalmış yüzlerini ödünç veriyorlar. İçlerinden biri, kendisi için hazırlanmış olduğu her halinden belli, gelecek yüzyıldan kalma ahşap bir koltuğa oturarak bacak bacak üstüne atıyor ve çözülmüş olan ayakkabı bağını işaret ederek önünde diz çökmemi istiyor. Sonra da olmayan garsona dönüp yarım bardak limonata sipariş ediyor. Dediğini yapıyorum kızın, önünde diz çöküp, üzerinde miki çıkartması olan nubuk ayakkabısını bağlıyorum. Ellerim kurum içinde kalıyor. O sırada annemin sesi patlıyor kulaklarımda: 'Ellerini hiçbir yere sürmeden doğru banyoya!'

Banyoyu arıyorum, bulamıyorum. Her yerde kız kardeşimin bisküvi maketleri. Her yerde sevişen hademeler. Her yerde düşük yapan resim seçiciler. Her yerde spermiyle kablo yapıştıran ses teknisyenleri ve her yerde kendilerine rağmen var ettiğim kadınlar. Sıcaklık 18 derece.