17 Aralık 2010 Cuma

Marcuse, Nick Cave ve 30.000 Devirli Ağda Makinesi


Nick Cave, No More Shall We Part, 9.Şarkı.

Piyano gamları... Telefon sesi... Beni terk ettiğine emin olduğum kadın telefonda:

- Uyandırmadım umarım.
- Yo, hayır. Müzik dinliyordum.
- Nick Cave galiba. Duyuyorum sesini.
- Evet Nick Cave.
- Eşyalar için aradım, ben mi alayım, sen mi getirirsin?
- Sen gel, evde olacağım bütün gün.

Ortalığı toplamam gereksiz çünkü tüm geceyi benimle geçirdi ve sabaha karşı ne olduğunu anlayamadığım bir nedenle çarpıp kapıyı gitti. Adı Marcuse. İki yıla yakın bir süredir benimle. Kadıköy Teachers'da tanıştık. Yan masaların birinde, Sartre okuyordu. Kitabın renginden, 1964 baskısı olduğunu tahmin ederek yaklaşmıştım yanına.

İki yıl önce:

- Varoluş, eskitilmiş bir eylemdir.

Yüzüme öylece bakakaldı. Bu durgunluğu fırsat bilerek, elindeki kitabı yavaşça alıp bira bardağımın altına koydum.

- Adım André ama herkes bana Tan der.
- Ben de Marcuse.
- Oturabilir miyim?
- Oturuyorsunuz zaten.
- Öyle mi, farkında değilim.
- Varoluşla bir sorununuz olduğunu düşünmeye başladım.
- Daha çok varoluşçularla.
- Sartre sevmez misiniz?
- Erken boşaldığım zamanlar dışında, hayır.
- Anlamadım.

O anlamadıkça heyecanım kabarıyor, anladığını düşündüğüm zamanlarda ise daha çok kabarıyordu. Bacaklarının arasında sıkışan öfke, ortaya biber gazına benzeyen ama kimyasal olmayan bir madde yayıyordu. Bu maddeye kimi filozoflar 'geist', kimi doğabilimciler 'orgon', kimi çevirmenler 'acun', kimi sanatçılar 'katharsis', kimi sosyalistler 'emek' ve Nick Cave ise kısaca 'Ma' diyordu. Söyleşinin ilerleyen dakikalarında Marcuse'ün bakire olduğunu öğrendiğimde, Sartre'ın aşağılık bir adam olduğu yönündeki iddialarım güçlenmişti.

- File çoraplarındaki şu figür ne anlama geliyor Marcuse?
- Eski Mısır'da bekaretin sembolüdür.

Yine de derinden gelen bir arzuyla onu evime davet ettim.

- Söyleşiye bende devam edelim mi?
- Sürekli sendeyiz, seni konuşuyoruz zaten.
- Yani, evde demek istedim.
- Bilmem.
- Soya soslu makarna sever misin?
- Babam yaparsa, evet.
- O halde babanı da alalım.
- Babam, geçen yıl hızlı tren kazasında öldü.
- Hızlı giden bir trende, başını pencereye yaslamış ve sanki nefes almıyormuşçasına dingin duran bir kadının gözyaşı trenin dışından nasıl algılanır biliyor musun?
- Bilmiyorum.
- Gidelim, evde anlatırım.
- Dur bir dakika! Hesabı ödemedik.
- Bardan seninle birlikte çıkarsam içkileri bedavaya getireceğim üzerine barmenle iddiaya girmiştim.
- Ne zamandır içki parası ödemediğini merak ediyorum!

İstanbul'da yalnızca özel zamanlarda bastıran yoğun sisi aşarak eve geldik.

- Biliyor musun Marcuse, sen güzel bir kızsın.
- Bu da nereden çıktı şimdi?
- Yemek boyunca bunu düşündüm.
- Demek dinlemiyordun beni.

Hayatımda bu kadar biçimli kesilmiş bir ayak tırnağı daha görmemiştim.

- André seninle konuşuyorum!
- Dinliyorum.
- Ayaklarım heyecanlandırıyor mu seni?
- Kütüphanemdeki tüm kitapları tutuşturacak kadar.
- Biliyor musun André, tuhaf bir adamsın sen.
- Biliyor musun Marcuse, az sonra bekaretini alacağım.
- Bakire olduğumu da nereden çıkardın?
- Çoraplarındaki figürlerden söz ettiğinde anlamıştım.
- Peki bekaretimi sana vereceğimden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?
- Kütüphaneye git ve üst rafta, sağdan dokuzuncu kitabı getir bana.

Kitabı ararken işaret parmağını ağzına soktu. Kalçaları, müziğin ritmiyle sallanıyor ve üst rafa doğru ayaklarının ucunda yükseldikçe, bir Meryem tablosunu kıskandıracak akıl almaz bir figüre dönüşüyordu bedeni. Nihayet buldu kitabı. Sonrasında karşıma geçip, bacaklarını çaprazlaştırdı, burnunu çekti ve dinleme pozisyonuna geçti. Kitap, doktor W. Reich'a aitti: Dinle Küçük Kız... Kitabın en sevdiğim pasajını okumaya başladım:

"Bekaret, tıpkı bir kelebek gibi uçup gittiğinde bacakların arasından, sakın bakma geriye küçük kız. Ailenle yaptığın asalak kontrat, doğandan gelen cesaretle havaya uçtuğunda, kimseye hesap vermek için duraksama. Rahminde koruduğun sıcaklık, hücresel meteorolojik bir dizgedir. Sakın bu dizgeyi soyutlaştırıp otorite korkusuna boyun eğen ikinci elden bir sıcaklık metaforu yaratma küçük kız. Sevdiğin ve hakça gözyaşı döktüğün bir erkekle vücudunu paylaşmaktan korkma. Takozlama dokularındaki ışınsal biyolojiyi. Rahminin arzuları, mekanik çelebilikten uzak düş gücünün yol gösterici ışığıdır küçük kız. Brian Eno'nun müziğinden ve Bergman filmlerinden uzak dur küçük kız. Onlar ki meme dokunda oluşacak kanser hücrelerini tetikler ve sahtekar bir iç çekişle donatır rahim hücrelerini. Haydi küçük kız, şimdi doğru yatağa! Sevdiğin erkekle el ele, omuz omuza! 19 Mayıs hareketlerinden uzak bir libidinal aksiyon çizgisine! Haydi küçük kız, özgürlüğe, protoplazmik krallığa! Haydi küçük kız, André'nin kollarına! Yaşasın biyolojik orgon duruşu, kahrolsun podyum yürüyüşünün haz ilkesinden yoksun çürümüşlüğü!"

Etkilenmişe benziyordu küçük kız. Kitabı kapattım. Bunun üzerine tek bir kelime etmeden ışığı söndürdü ve yatağa yöneldi. Elbiselerini çıkarmadan yüzükoyun yattı ve beklemeye koyuldu.

- Demek saklıyorsun kendini benden.
- Bekaret, tıpkı bir kelebek gibi uçup gittiğinde bacaklarımın arasından, asla bakmayacağım geriye büyük adam.

Elimi, önce eteğinin altına soktum. Sonra da çorabının bittiği yerden tenini okşamaya başladım. Hala yüzükoyun yatıyordu. Klitorisine doğru yaklaştığımda, 4.omurga halkasından ilginç bir uyarı aldım. Şöyle diyordu halka özetle: Yavaş ol adam! Daha aşağılara indim ve klitorisin o dudaksı mimarisine eriştim nihayet. Tahmin ettiğim gibi kupkuruydu.

- Demek saklıyorsun gözyaşlarını benden.
- Ailemle yaptığım asalak kontrat, doğamdan gelen cesaretle havaya uçtuğunda, kimseye hesap vermek için duraksamayacağım büyük adam!

Geçici bir psikoz yaşadığını düşündüm. Aldırış etmedim.

- Müziği değiştirmemi ister misin?
- Rahmimde koruduğum sıcaklık, hücresel meteorolojik bir dizgedir. Bu dizgeyi soyutlaştırıp otorite korkusuna boyun eğen ikinci elden bir sıcaklık metaforu yaratmayacağım büyük adam.

Psikoz sürüyordu. Marcuse'ün üstünü örttüm ve pipomu şahlandırmak üzere diğer odaya geçtim. İçerden şöyle bir özür geldi:

- Brian Eno ve Bergman'ı çok severim. Sanırım bu yüzden yapamadım. Özür dilerim.

2 yıl sonra:

Kapı çaldığında ve Marcuse eşyaları için geldiğinde yine Nick Cave ve yine aynı şarkı çalıyordu:

Come on, help me babe!
I was blind.
The grass here grows long and high
Twists right up to the sky
White clouds roll on by
Come on now and help me babe

Gözlerini kaçırarak gülümsedi.

- Hala aynı şarkı çalıyor.
- Farkında değilim.
- Ev havasız kalmış, pencereleri açmamı ister misin?

Marcuse arkadan, Ludivine Sagnier'nin 'Water Drops on Burning Rocks' filmindeki kostümlü haline, önden ise yine aynı filmdeki aynı aktristin çıplak haline benziyordu.

- Şarap ister misin?
- Teşekkürler, eşyaları alıp çıkacağım.

Sıra eşyaları paylaşmaya gelmişti.

1.eşya: Lautreamont'un Maldoror'un Şarkıları. Ama bir farkla: Gece Yayınları, Nisan 1989 baskısı.

'Senden daha yaşlıyım, bende kalacak' dedim. Bende kaldı.

2.eşya: Max Faktör, 4 numara ruj. Ama bir farkla, aynaya orgazm yüzdelerini yazmak için kullanılanlardan.

'En çok ben orgazm oldum, bende kalacak' dedi. Onda kaldı.

3.eşya: Tom Waits'in 'Closing Time' albümünün 'Ballet' plaktan çıkan versiyonu.

'O zamanlar sesi inceydi, sende kalsın, istemiyorum' dedi. Bende kaldı.

4.eşya: 500 numara Parizyen süper ince siyah çorap. Ama bir farkla, başıma geçirip Marcuse'ün tüm düş gücünü soyup soğana çevirdiğim çorap.

'Bende kalacak' dedi. 'Peki ya içindekiler' dedim. 'Sende kalsın' dedi. Yarısı onda, yarısı bende kaldı.

5.eşya: Saniyede 30.000 devir dönen ağda makinesi. Ama bir farkla, aygıt, Marcuse bir ayda okuması gerektiğinden fazla kitap okuduğu zaman çalışıyordu.

'Maskülen kültürleşmeye hayır! Bende kalacak' dedi. Onda kaldı.

6.eşya: Yves Tanguy'ın 1927 yapımı 'Et Voila!' tablosu. Ama bir farkla, on liraya sokak tezgahlarında satılan versiyonu.

'Tanguy ile Dali arasındaki farkı öğreninceye kadar bende kalacak' dedi. Onda kaldı.

7.eşya: A.Breton'un Kara Mizah Antolojisi. Ama bir farkla, kitabı Londra'da bir kitapevinden çalmıştım.

'Senin için çaldım, bende kalacak' dedim. Bende kaldı.

8.eşya: Reich'ın 'Dinle Küçük Kız' kitabı. Ama bir farkla, kitabı Reich'la ortak yazmıştık.

'Allah kahretsin ki hala bakireyim, bende kalacak' dedi. Onda kaldı.

9.eşya: Nick Cave'in 'No More Shall We Part' albümü. Ama bir farkla, Marcuse beni terk ettiğinde çalan versiyonu.

'Terk edildim, bende kalacak' dedim. Bende kaldı.

Marcuse, kendisine düşen eşyaları aldı ve çürük portakal rengi ayakkabılarını takınıp gitti. Hava aniden karardı, Marcuse'ün açtığı pencereden garip bir hüzün dalgalandı. O an karnımın acıktığını hissettim. Uzun süredir çalan şarkı, nihayet olması gereken şarkıya bırakmıştı kendini:

And no more shall we part
It will no longer be necessary
And no more will I say, dear heart
I am alone and she has left me

10 yorum:

  1. okuma bayramınızdan beri içki parası ödemediğinizi düşünmüştüm

    YanıtlaSil
  2. O halde yitik 10.eşyanın ne olduğunu da biliyorsunuz demektir.

    YanıtlaSil
  3. Yarısına kadar içilmiş bir panatella olmalı

    YanıtlaSil
  4. Beni Prag'ta takip etmiş olamazsın...

    YanıtlaSil
  5. GAMBRA'yı bulmak için sizi kullandığım doğrudur.

    YanıtlaSil
  6. Onlara Prag'ı gezen aptal turistlerden biri olduğumu, ama yine de transmutation of the senses için o kadar para veremeyeceğimi, çünkü sizi tanıdığımı söyledim. Kitap elimde çıkarken arkamdan yükselen homurdanmalar Çekçe'den çok Kürtçe'ye benziyordu. Nedense "trenlerde içki içmeyin" dediklerini düşündüm hep.

    YanıtlaSil
  7. Gambra, patlak pillerle çalışan yazar kasasını 'otomatik metin' üretmek adına kullanan ironik bir ticarethanedir. Spiklenci Slasti'yi bana ciddi bir ücrete satmaya çalışırlarken anlamıştım bunu. Ve aynı filmin, Tesco'da daha ucuza satıldığını görünce bu konudaki fikrim daha da güçlenmişti. Ancak her şeye rağmen, Svankmajer'in bir sonraki filmine katkım olması amacıyla filmi tereddüt etmeden satın almıştım. Elbette 'kiliseye yardım' tandanslı bu alışverişten Svankmajer'e hiç bir zaman söz etmedim.

    Beni hatırlamadıklarını söylediklerinde neler düşünmüş olduğunu özetleyebilir misin peki?

    YanıtlaSil
  8. 'Okşanmaya değer bir kadın bacağı' bulup yeterli cesareti kendimde hissedemediğim bütün anların toplamı gibiydi...

    YanıtlaSil
  9. Tuhaf bir rüya kokusu aldım bu yazışmayı yeniden okuyunca...

    YanıtlaSil