15 Aralık 2010 Çarşamba

Sezaryan


Tam hesabı isteyecekken barın kapısı açıldı. İçeri ağır çekimde yürüyen bir kız girdi. Etrafıma baktım. Herkes normal hızındaydı. Kız, ağır adımlarla yürümeye devam etti ve tam karşımdaki masaya oturdu. Garson, isteksizce kıza yaklaştı. Cin tonik istedi kız. Hesabı ödemekten bir süreliğine vazgeçtim. Kızı takibe koyuldum, sanki yalanarak temizlenmişti yüzü. O sırada müziği değişti ortamın:

Tom Waits, Orphans, 2. CD (Bawlers). 4. şarkı.

Yerimden cesur bir ifadeyle kalkıp kızın masasının önünde dikildim. Gözlerime bakmamaya direndi kız. Bunun üzerine daha da küstahlaşıp karşısındaki tabureye oturdum. O anda omuzuma bir el dokundu. Garson, tam yaptığım küstahlığın hesabını soracakken, kız küçük bir el hareketiyle her şeyin kontrol altında olduğunu işaret etti. Ondan aldığım cesaretle garsondan büyük boy limonsuz bira istedim. Hala uzaktı kızın gözleri. Vakit kaybı kan kaybına dönüşmeden konuşmaya başladım:

- Arkadaşımın arabasını çaldım. Uzaklaşalım buradan. Çektiğim filmden biraz para kaldı. Birkaç ay yeter. Sonra başka bir film çekerim.

Ufak bir mimikle burnunu çekti kız.

- Dudaklarını kanatıncaya kadar ısırmak ve ağzına burnumu dayayıp yüzünün tüm havasını içime çekmek istiyorum.

Umursamadı kız, çantasından ince gövdeli bir sigara çıkarıp yaktı. Dumanı yüzüme üfledi. Garson birayı getirip masaya bıraktı. Acıyı imkansızlaştırarak sürekli kılan bakışları vardı. Cebimden bir tomar anahtar çıkarıp masaya koydum:

- Bildiğim güzel bir dağ evi var. Arkadaşımdan habersiz anahtarın bir kopyasını yaptırmıştım. Bu mevsimde kimse olmaz. Önce oraya gideriz. Sonra deniz kıyısında başka bir arkadaşımın evine gideriz. Onun anahtarı da şuralarda bir yerde olacaktı.

Kız, aniden elini elimin üzerine koydu.

- Seninle gelmeyeceğim, arama boşuna.

O sırada ortamın müziği değişti:

Helloween, Chameleon, Longing.

- Bara girişini izledim, adımlarını, mekandaki nesnelere odaklanma sıranı. Tüm bu ayrıntılar bizim için planlandı. Buradan kaçışımız da bu planın bir parçası.
- Plan falan yok. Biraz içip gideceğim.
- Başını öyle dengeli çeviriyorsun ki gideceğin bir yer olamaz senin.
- Bahse var mısın?

Kızın cep telefonu çalmaya başladı. Melodisi:

Camel, Rajaz.

Açtı telefonu. Bir süre dinledi ve kapattı. Masadaki peçeteye dudaklarındaki cini emdirdi:

- Hamileyim ben... Bu da planın bir parçası mı?
- Kimin çocuğunu taşıyorsun? Telefondaki sesin mi?
- Kesinlikle.
- İstersen öldürürüm onu. Sonra yola çıkarız. Sadece sen ve ben.
- Ölümsüz o. Bunu kanıtlamak için hamile bıraktı beni.
- Adını ver bana.
- Henüz koymadık adını.
- Telefondaki adamın adını!
- André.
- Nasıl bulabilirim onu?
- Sürrealismus adında bir blogu var.
- Nasıl girilir bu bloga?
- Parola: El Angel Exterminador.

O sırada, masanın önünde bir kişi daha belirdi. Kız kalkıp adamın boynuna sarıldı. Adam, masanın yanına bir tabure çekip tereddüt etmeden oturuverdi.

Kız: Bu André, telefondaki ses.

Sonrasında kulağıma eğildi.

Kız: Bu da planın bir parçası, gerginlik yaratma.

André’nin üzerindeki tişörtte 'Il n’y a pas d’amour heureux' yazıyordu. Duygusal piçin teki olmalıydı.

André: Ne işin var burada? Karnındaki çocuğumu mutlu etmen için bacaklarını duvara dikip çocuk bakımıyla ilgili yazılmış şiirleri okuman gerekiyor mu senin?
Kız: Daha doğumuna dokuz ay var. Biraz içip dönecektim.
André: Sana sevdiğin kurabiyelerden aldım. Üstü fıstıklılardan.
Ben: Benim bir planım var André! Karına az önce aşık oldum! Bu gece onunla uzaklara kaçacağız.
Kız: Biz evli değiliz.
André: Ne zamandır sikiyor bu adam seni?
Ben: Karını ilk kez bu akşam gördüm.
Kız: Biz evli değiliz dedim!
André: Pekala, ona aşık olduğunu kanıtlarsan istediğiniz yere gidebilirsiniz.
Kız: Andre!
André: Sevgilime aşık olduğunu kanıtla.
Ben: Kötü bir çocukluk geçirdim. Ne zaman evden kaçsam, sokağın sonundaki yeşilliğe dalar ve köprüye kadar durmadan koşardım. Sonra saatlerce köprünün üzerinde oturur, suya yansıyan şekillerden garip yüzler yaratırdım.
André: Çok güzel, çok güzel. Sana bir öneri, git Monet’yle sikiş, sevgilimi de rahat bırak.
Ben: Bırak da bitireyim.
Kız: Bırak da bitirsin André!
Ben: Bir gün yine evden kaçıp köprüye gittim. Hava bulutluydu. Fırtına kopmak üzereydi. O sırada hayatımda görmediğim bir yüz oluştu suyun derinlerinde. Öyle iştahlı bir ifadeyle yanına çağırıyordu ki beni, aniden dengemi kaybedip düştüm. Yüzme bilmiyordum. Uzun süre sürüklendim. Sonra bir ağaç dalına takılıp orada öylece fırtınanın dinmesini bekledim. İşte o yüz André, o yüz karının yüzüydü ve şimdi karşımda ve ben hala yüzmeyi bilmiyorum.

Üstünü başını karıştırmaya başladı André. Bir süre sonra kalın bir kitap çıkardı cebinden.

André: Bu ne biliyor musun?
Ben: "Le Miroir de La Production ou L'illusion Critiquedu Materialisme Historique"
André: Doğru. Peki ne işe yarar bu kitap, biliyor musun?
Ben: Hayır.
André: Güzel. O halde siktir git masadan!
Ben: İyi deneme André, ama yeterli değil. Keçi tüyü ceketinin cebinden çıkardığın o kitap sana zaten elinde olan bir şeyi nasıl araman gerektiğini öğretir. Oysa benim kitabım, elimde olmayan bir şeyin nasıl mümkün olabileceği üzerine yazılmıştır. O yüzden istiyorum karını.

Bu kez cebinden hesap makinesini çıkardı André. Kısa bir hesaptan sonra konuşmayı sürdürdü:

André: Hesapladım, sevgilimin adet dönemi tam üç saat sonra başlıyor. Kaçsanız da gitseniz de, çocukluğunda düştüğün Monet sidiği, anatomik bir kan havuzuna dönüşecek siz varıncaya dek kendi dünyanıza.

O sırada kadın aniden kasılmaya başladı. Karnını tutuyor ve acıyla karışık inliyordu. André, piposunu yakıp barmenden müziğin sesini açmasını istedi. Kadın, iki büklüm olmuş, inlemesi böğürtüye dönüşmüştü. Karnından çektiği eli kan içindeydi, akan makyajı bira bardağında olmadık bir zehir işitseli yaymıştı. André, acıdan ölmek üzere olan sevgilisine bakmadan şarkıyı mırıldanıyor ve arada piposunu körüklüyordu. Bir süre sonra kadının elbise düğmeleri patlamaya başladı. Havada uçuşan düğmeleri, korkunç bir kumaş yırtılma sesi izledi. Kadının karnı üzerindeki ince mavi damarlar, yerini kalın eflatun damarlara bırakmıştı. Bir süre iki büklüm duran kadın, aniden kusmaya başladı. Acı, yerini imkansız mutluluğa bıraktı. Çığlık çığlığa kahkahalar atan kadın, bir yandan kusmaya devam ediyor, bir yandan da yoğun ama ağır akan kanla karnından dışarı çıkan yaratığın kafasına bakıyordu. O sırada André aptallaşan bedenimi dürterek önceden bildiği sorularından birini sordu:

- Nasıl? Babasına benziyor mu?

'Empodokles' diye inledi kadın. 'Adını Empodokles koyacağım'. 'Büyünce iktisat okumalı ve arada yurtdışına çıkıp bana benzeyen kadınlarla yatmalı'. André halinden oldukça mutlu görünüyordu. Çalan müzik yavaşça sessizliğe karışırken piposuz eliyle aniden bileğimi yakalayıp korkunç gözlerle bana baktı:

- Siktir git bu masadan! Ailemin huzurunu bozuyorsun!

Şartsız bir refleksle ayağa kalktım. Kadın, bir eliyle bebeğini içinden çıkarmaya çalışıyor, diğer eliyle makyajını tazeliyordu. Yüzünü pudralarken göz göze geldik:

- André makyaj yapmazsam kızıyor. Çirkin göründüğümü ve ona yakışmadığımı söylüyor.

Yaratık, kadının göğüslerine yapışmış korkunç sesler çıkarıyordu. André, sevgilisine döndü:

- Onu erken sütten kesersen öldürürüm seni!
- Merak etme sevgilim, göğüslerimdeki arı kovanları sana da ona da yeter kıyamete kadar. Bak, göz altlarıma mor çektim. İstediğin gibi. Ve göz kapaklarımın üzerini de boş bıraktım. Nasıl olmuş?
- Ubu soytarılarına dönmüşsün.

Kadın bir eliyle çocuğunu okşuyor, diğer eliyle makyaj yapıyor, sağ ayağıyla André'nin kasıklarını dürtüyor, sol ayağıyla yerdeki hamamböceklerini öldürüyordu. Tam böceklerin yerde can çekişmelerini izlerken kalbimde korkunç bir yanma hissettim. Gömleğim kan içinde kalmıştı, içinden dumanlar yükseliyordu. André'nin elinde oyuncak bir silah vardı ve o silah tam kalbimde patlamıştı. Gözlüklerini çıkardı André:

- Sevgilimin ayaklarına bakan diğer orospu çocuklarının yanına gidiyorsun!

O sırada bardan alkış sesleri yükselmeye başladı. Müzik değişti. Son nefesimi vermeden önce barın duvarında asılı şarkının sözlerine odaklandım.

Vladimir Visotsky:

"Иван да Марья"

Скоморохи на ярмарке

Эй, народ честной, незадчливый!
Ай вы купчики да служивый люд!
Живо к городу поворачивай -
Там не зря в набат с колоколен бьют!

Все ряды уже с утра
Позахвачены -
Уйма всякого добра,
Всякой всячины,

Там точильные круги
Точат лясы,
Там лихие сапоги-
Самоплясы.

Тагарга-матагарга,
Во столице ярмарка -
Сказочно-реальная,
Цветомузыкальная!

Богачи и голь перекатная, -
Покупатели - все, однако, вы,
И хоть ярмарка не бесплатная,
Раз в году вы все одинаковы!

За едою в закрома
Спозараночка
Скатерть сбегает сама -
Самобраночка, -

Кто не хочет есть и пить,
Тем - изнанка,
Их начнет сама бранить
Самобранка.

1 yorum: