18 Mayıs 2014 Pazar

Sürrealizmin Hakikat Algısını Meşrulaştırmak


Tan Tolga Demirci ile 'Sürrealizm ve Sinema' Üzerine Emre İzgi Konuştu...

Soru: Yazılarınız ve sinemanızla sürrealist akıma olan yakınlığınızı hep ortaya koydunuz. Hatta İnternet ortamında “sürrealist” sıfatını kimlik olarak taşıdınız. Sürrealizmi bu kadar özel kılan şey nedir?

Yanıt: Bu sorunun üretim sürecine ve kişisel tarihime karşılık gelen iki yanıtı var. Üretim süreci açısından bakarsak sürrealizmin, bir hakikat evreni olan bilinçdışını zihinsel duruşunun merkezine oturttuğunu görüyoruz. Öyle ki sürrealizm, bilinçdışı hakikati üretim süreçleriyle buluşturan ve kendi ilkeleri dahilinde devingen bir ‘ahlak’ yapısına sahip, zamanlar üzeri bir töz... Kişisel tarihim açısından baktığımda ise sürrealizmin doyurulamaz arzunun ta kendisi olduğu gerçeğiyle karşılaşıyorum. Bir anoreksik nasıl aç kalarak ‘doyma’ arzusunu devam ettiriyorsa ben de sürrealizmin sınırlarında kalarak ‘gerçek’e ulaşma arzumu öyle sürdürüyorum.

Soru: Yönetmen ve yazar kimliğini yan yana taşıyorsunuz. Peki, bu iki ayrı mecrada, hayal gücünüzün referans noktası kelimeler midir yoksa imgeler mi?

Yanıt: Freud, rüyaları görselleşmiş sözcükler olarak tanımlamıştı. Benzer biçimde Lacan da, bilinçdışının bir dil gibi yapılandığını ifade ederek Freud’un söylemini zenginleştirdi. Bu iki slogan, imge ve sözcüklerin ya da psikanalitik bir dille ifade edersek dürtülerin ve sözcük temsillerinin asla birbirinden ayrılamayacağını kanıtlıyor. Bu yüzden her iki noktayı da hayal gücüm adına referans alıyorum elbette.

Soru: Sürrealizm deyince ilk akla gelen Freud’un teorize ettiği, bilinç alanında sınırlar koyduğumuz şiddet ve cinselliğin, bilinçdışındaki özgür ve simgesel salınımı oluyor. Şu ara gündemde olan sansür konusunu da dikkate aldığımızda sinemanın, medyanın ve İnternetin şiddet ve cinsellik konusunda sınırı ne olmalıdır?

Yanıt: Bilinçdışı evrenin kendine has biricikliği içerisinde bir ‘suret’ ya da ‘his’ olarak tezahür eden tüm verilerin, hiçbir ideolojik sansüre meydan vermeksizin olabildiğince yaşantılanması gerekliliğine inanıyorum. Psişik sansür doğaldır; bilinçdışı bir süreç olan ‘bastırma’nın görüngüsüdür. Ancak ideolojik sansür organizedir ve kendi ahlak yapısı gereği sınırlayıcıdır. Breton, otomatizmi tanımlarken aklın ve mantığın denetimini mutlak anlamda reddediyordu. İdeolojik sansüre karşı da aynı mücadelenin verilmesi gereğine inanıyorum.

Soru: Şiddetin ve cinselliğin nesnesi olarak genellikle kadını, komedinin nesnesi olarak da sıklıkla farklı cinsel yönelimleri olan insanları kurban veriyoruz sinemada. Kadının ve farklı cinsel yönelimlerin sinemada “nesneleşmeden” temsil edilebilmesi için gerekli formül nedir?

Yanıt: Reich’ın ‘Cinsel Siyaset’ formülü! Ancak cinselliğin hem toplumsal ahlak ve hem de ruhani aygıtlar yoluyla boğazlanmadığı bir yaşam sürecinde ‘kadınlık’ ve ‘kadın’ arasındaki olumsuz mesafenin kapanabileceğini düşünüyorum.

Soru: Alphabetical Dreams filminin H(Headlines) sekmesinde medyaya dair bir eleştiri göze çarpıyordu. Yerel ve Uluslararası medyanının kapitalist yapı içinde şekillenmişliği, güvenilirliği tamamen ortadan kaldırıyor mu yoksa biraz revizyonla yol katedilebilir mi?

Yanıt: Globalizm ve onun göbek bağı olan kapitalizmin medyatik üretim disiplinleri, kendi patolojik fantezi alanları üzerinden toplumsal temelli bir duygusal bağımlılık yaratıyorlar. ‘Farklı’ sıfatı içerisinde muhafazakarlığını olabildiğince sürdüren bu yayılma stratejisi, üretim ve tüketim güçleri arasında ‘sembiyotik’ diyebileceğimiz bir ilişkinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Paralel bir gerçeklikten baktığınızda, kendi varoluş dinamiklerini tüm sahteliği ile gözler önüne seren bu organize trajedinin herhangi bir revizyonla yeni bir söylem üretmesi bence mümkün gözükmüyor.

Soru: Globalizm demişken... Hollywood, sinemacıların üzerinde pek de uzlaşamadığı bir konu. Hollywood gibi dev bir endüstri yeryüzünde hiç yapılanmamış olsaydı sinema anlayışı bugün nasıl bir noktada olurdu?

Yanıt: Bu benim de hayal gücümü aşan bir soru oldu! Sanırım yanıtı düşünmem için en az birkaç güne ihtiyacım var.

Soru: Yerli sinemaya döndüğümüzde, bu topraklarda yapılan sinema ve sinemacılarla olan ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?

Yanıt: Mümkün olduğunca yüzeysel, kopuk, nefret dolu ama ilk bakışta ‘saygın’ bir iletişim ağı söz konusu. Hiç birinin ne düşündüğü ya da ne yaptığı ile ilgilenmiyorum. Yalnızca yapımcı güruhunu, kendi projelerime ortak olmaları adına nasıl kandırabileceğimin hesaplarını yapıyorum. Bu hesabı gizli saklı yapmayı bir türlü beceremediğim için de hayal kurmaya devam ediyorum.

Soru: Birçok sinema öğrencisinin en büyük hayali, kafalarında tasarladıklarını minimum fireyle perdeye aktarmak. Bu konuyla ilgili vereceğiniz ipuçları nelerdir?

Yanıt: Kendi kendilerinin yapımcısı olmaya çalışsınlar. Yoksa bir yönetmenin hayal dünyası, iki kişiye öyle ya da böyle dar geliyor. Para, stil ve zaman, mantıklı bir üretim sürecine hizmet edecek biçimde asla uzlaşamıyorlar. Verilen ödünler alıp başını gidiyor. Bu yüzden, on kişiyi geçmeyecek bir ekiple ve ucuz ekipmanla, kendilerini yormadan, hatta üç-dört aya uzanan bir çalışma platformunda, klostrofobik mekan ve az karakterle zekice tasarlanmış bir senaryoyu filmleştirmek, en doğrusuymuş gibi görünüyor.

Soru: Son olarak; geleceğe yönelik tasarılarınız arasında, “yapmazsam olmaz” dediğiniz sinema projeleri mevcut mudur? Mevcutsa genel hatlarıyla tasarılarınızdan bahsetmenizi rica ederiz.

Yanıt: Ben, sürrealist sinemayı bu topraklarda canlandırmak ve onun ‘hakikat’ algısını son nefesime dek meşrulaştırmak istiyorum. Bu amaçla yazılmış dört tane uzun metraj filmim ve bu filme para yatırmayacak yüzlerce yapımcım var. Tek derdim, önceki yanıtımda ifade ettiğim gibi, uzun vadeye yayılacak bir çalışma temposunda, yazmış olduğum filmleri amatör bir çabayla çekerek öyle ya da böyle bir sonuca ulaşmak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder