6 Aralık 2012 Perşembe

Tan Tolga Demirci'nin 'Entrechat' Filmi ve Röportaj


Soru: Sanırım kafanız iyi.

Yanıt: Muhtemelen.

Soru: O hale söyleşiye Entrechat'ın kelime anlamı ile başlayalım.

Yanıt: Entrechat bir bale figürü. Dansçının sıçrama sonrası yer çekimine karşı geldiği noktada bacaklarını çapraz duruma getirmesi.

Soru: Filmle kurduğu ilişkiyi merak ettim.

Yanıt: Film de yerçekimine karşı bir uzay mekanda geçiyor. Karakter ve paravan dışındaki her yer karanlık, sonsuz.

Soru: Peki sıçrayış?

Yanıt: Entrechat figürü, aynı zamanda senaryoyu yazmama neden olan iki anafikrin metaforu. İlki, bir kız kardeşim olduğu gerçeğinin benden uzun yıllar saklanmış olduğuna dair çocukluk paranoyamı, ikincisi ise anne babamın, gerçek anne babam olmadığı yönündeki hezeyanımı esas alıyor, yani öksüzlük kompleksini... Sıçrayış anı ve figür, bu iki durumun duyumunu temsilen gerçekleşiyor.

Soru: Nasıl bir sıçrama bu?

Yanıt: Uzay mekandan taşan mavi, kırmızı ve beyaz bir sıçrama.

Soru: Filmi yalnızca renkleri ile izlediğimde, aklıma Godard'ın 60'lı yıllarda yaptığı filmler geliyor.

Yanıt: Ben daha çok yamyamlık, infantilizm ve tutku arasında bir renk ayrılığı olsun istedim. Bu açıdan film, Godard'ın renk anlayışından çok Jacques Cousteau'nun tat anlayışına yakın.

Soru: Nasıl yani?

Yanıt: Tatlı ve tuzlu okyanus suyunun birbirine karışmaması gibi, filmdeki renkler de birbirine karışmıyor. Sizce yeterince kutsal değil mi?

Soru: O halde renklerin anlamını sormalıyım.

Yanıt: Hayır sormamalısınız.

Soru: O zaman bana bir şeker borçlusunuz!

Yanıt: İnsanların dikkatini en çok çeken şey oldu.

Soru: Şeker mi?

Yanıt: Evet! Fallik, hipnotik, infantil, lunapark şekeri! Hatta öyle ki çekimler tamamlandıktan sonra onu bir daha gören olmadı. Sanırım şekeri içimizden biri arakladı.

Soru: Hırsızlık yani!

Yanıt: Muhtemelen.

Soru: Peki onu suçluyor musunuz?

Yanıt: Elbette hayır! Yaptığı hırsızlık, filmi anladığını gösteriyor.

Soru: Sizin için anlaşılıyor olmak önemli mi?

Yanıt: Filmde anlaşılacak bir şey yok. Ne kadar anlam üretirseniz filmden de o kadar nefret edersiniz.

Soru: O halde her şeyi rastlantıya bıraktınız.

Yanıt: Elbette hayır! Filmdeki babanın gözlerine bakın. O size doğru yolu gösterecektir.

Soru: Yazık ki filmin ikinci yarısında yok.

Yanıt: Kralın tahtına oturan başka biri var oysa ki. Onu 'babanın adı'ndan nasıl ayırabilirsiniz?!

Soru: Peki ya annenin acizliği?

Yanıt: Kafatasındaki böcekleri sayıyor. Umutsuz değil.

Soru: Delikanlının şaşkınlığı?

Yanıt: Yalandan.

Soru: İlaç kapsülleri?

Yanıt: Avuca gelen stilistik patriotlar. Vatanseverliğin 'üç renk' narsisizme dönüşmesi.

Soru: Fotoğraf makinesi?

Yanıt: Obtüratör mekaniği istila edilmiş, kontrolden çıkmış! Defolu fütürizm.

Soru: Paravan?

Yanıt: Anıyı örterek anının kendisine dönüşen ana gösteren. Travmatik arketip!

Soru: Yamyamlık gibi.

Yanıt: Kesinlikle! Filmin başındaki yemek ritüeline bakın. Ebeveynler, delikanlının kız kardeşini afiyetle yiyorlar.

Soru: Bir daha tavuk yemeyeceğim!

Yanıt: Aile yemeklerine de geç kalmayın lütfen.

Soru: Peki paravanın arkasında ne var?

Yanıt: Bu sorunun yanıtını bilseydim filmi çeker miydim?

Soru: Sahnenin sonunda delikanlı, şekerin sapıyla paravan bezini yırtarak sınırın ardına geçiyor.

Yanıt: O halde sorunuzu ona sorun. Muhtemelen paravanın ardında ne olmadığını yalnızca o biliyor.

Soru: Peki filmi Türkiye'deki festivallere gönderdiniz mi?

Yanıt: Yalnızca tek bir festivale, yazık ki.

Soru: Neden yazık?

Yanıt: Adına 'karar mekanizması' denen ve röntgenciliğin hakkını hakkıyla verememiş, ağzı kulaklarına dek yırtık aksak zihinlere fantezi dünyamı açtığım için.

Soru: Bunu duysalardı hiç şüphe yok ki ödül alamadığınız için tipik bir serzeniş içerisinde olduğunuzu iddia ederlerdi.

Yanıt: Akademik anlamda konuşursak filmden bir bok anlamadılar. Ancak ortada halihazırda anlaşılacak bir şey yoktu zaten. Filmi izlerken en yanlış yerlerini, yani kafalarını kullandılar.

Soru: Bu bana Demirkubuz'un Adana jürisine olan isyanını hatırlattı.

Yanıt: Filmlerini sevmesem de Zeki isyanında haklı.

Soru: Ama siz de bir sürü festivalde jürilik yaptınız.

Yanıt: Kafasını kullanmadan karar veren birilerine ihtiyaç var. Ben bu ihtiyacı gideriyorum. Duygusu sömürüye uğramış adalet simülatörlerine antidot olarak işlev görüyorum.

Soru: Uzun yıllar yarışmalarda pek çok ödül kazandınız. Siz mi değiştiniz yoksa karar mekanizması mı?

Yanıt: 'Sosyal gerçekçilik' patlaması bu ülkenin tüm üretim disiplinini yok ediyor. Kısa filmler 'sosyal sorumluluk projesi' değildir. Eğer slogan atmak istiyorsanız gidin reklam çekin. Kısa filmin sahip olduğu oyun alanını rahat bırakın!

Soru: Duyan da apolitize-marjinal biri olduğunuzu sanacak.

Yanıt: Keşke öyle olabilseydim.

Soru: Diğer söyleyiş biçimlerini yok etmeye dair faşizan bir tavrınızın olduğunu düşünmeden edemiyorum

Yanıt: Hepsi tezgah! Formülü vereyim mi size: Etnisist ya da siyaseten toplumcu içerik + minimalist formalizm! Bu formülü uygulayıp da ödül almamanıza imkan yok.

Soru:  Daha açık olmak gerekirse?

Yanıt: Başkasının gözünden kendinizi izlediğinizde anlattığınız her şeyi yok edersiniz. Ödül alanların yaptığı da bu; kendilerini başkalarının gözünden yargılayarak film çekiyorlar. O yüzden ortaya sistem eleştirisi değil, sistemin bizatihi kendini büyük bir iştahla eleştirdiği sado-mazoşistik bir tezgah çıkıyor. Jüri de ikinci el standart vicdanını seferber ederek vermiş olduğu ödüllerle bu tezgahı cilalıyor. Yine akademik dille konuşacak olursak, tam bir salak gibi davranıyor. Bu dalaverenin içinde olmayacağım bundan sonra.

Soru: Bir daha film çekmeyeceksiniz yani?

Yanıt: Daha kötüsü, film çekip çekmediğimi asla bilemeyeceksiniz.

Soru: O halde çektiğinizi bildiğimiz filme dönelim tekrar.

Yanıt: Hayır dönmeyelim. Filmle ilgili daha fazla söz söyleyip de ürettiğim her şeyi sonu belli olan bir evlilik programına dönüştürmek istemiyorum. Şu anda Entrechat, dünyanın pek çok yerinde yarışma halinde. Oysa ben, aniden gelen bir felç gibi hiç de standart olmayan bir kural ihlali yaparak filmi sosyal medyada paylaşıma sunuyorum. Rica ederim ispiyonlayınız beni.

Soru: Öyleyse sözün sonu.

Yanıt: Öyleyse.

1 yorum: