1 Aralık 2012 Cumartesi

Aforizmalar


Bu sayıda izninizle tembellik hakkımı kullanmak ve konu başlığına dair detaylı bir film analizi ya da antolojik bir yaklaşım sunmak yerine bir süredir üzerinde çalıştığım sinemasal aforizmaları paylaşmak istiyorum.

* L'atalante bir libido enkazıdır ve tam da bu yüzden, siyasi bir enkaz olan Potemkin'den çok daha derine batmıştır. 

* The Brothers Quay, İngiliz sinemasına olan köklü nefretimi uzun yıllar sonunda ambivalansa dönüştürebilmeyi başardı. 

* Aynı kadını yeniden sevmeye çalışmak, ışıkları açık bir sinema salonunda film izlemeye benziyor. 

* Jean-Yves Escoffier, erken ölümüne rağmen ardında bir sürü gölge, ışığından önce sönmüş anlam ve ıslak renkler bıraktı. 

* Ölüm bir devamlılık hatasıdır. 

* New York Stories (1989) filmini ilk kez 1990 yılında VHS formatında izlemiş ve Nick Nolte'nin, Rosanna Arquette'i 'hayat dersleri' bahanesiyle nasıl da elde edemediğine tanık olmuştum. Bu travmatik durum karşısında Nick'in cebelleştiği soyut dışavurumcu resmin giderek endirekt-libidinal bir proteze (resimsel otomatizm) dönüşmesi, Procol Harum'un 68 kuşağını besleyen dahiyane müziğinin Arquette'in sol ayağında apolitize olması ve filmin sonunda Almendros tarafından parçalarına ayrılan amatör ressam kadının boyun çukuru ile erosun lanetine uğrayarak çarpılan ucuz kolyesi, 'New York Stories (Life Lessons)' filmini 22 yıl sonra bir kez daha hatırlamama neden oldu. 

* Rüyamda 1942 yılındaydım ve Auswitch'de onlarca SS tarafından daracık bir hücreye kapatılıp son dönem Türk filmlerini izlemeye zorlanıyordum. 

* Yönetmen Jan Švankmajer'i, eşi Eva Švankmajerová öldükten sonra dahi yaşatan gücü nasıl açıklayabilirim ki? Sürrealist sinema ölümsüz can çekişmedir! 

* Sinemanın '180 derece' kuralını yalnızca sözcükleri kullanarak ihlal edebilir misiniz? 

* Fassbinder'in sevdiğim diğer yönetmenlerden farklı olması, Douglas Sirk'ün Fassbinder'in sevdiği diğer yönetmenlerden farklı olmasıyla açıklanabilir ancak. 

* Tim Burton sineması nekrofiliktir. Onun karakterleri, dolaşımsız kandan yapılma asortik pıhtılardan daha fazlası değildir. Tim Burton, nabzı henüz atıyor olan malzemeyi, stilistik bir hokus pokusla içi sidik dolu memeye dönüştüren oyuncak bir yönetmendir. 

* Anna Karina’nın adı, Mistress Godarina olarak değiştirilmeli. 

* Visconti'nin Morte a Venezia (1971) filmindeki en esaslı sahneyi hatırlıyorum. Gustav von Aschenbach, kolera salgını nedeniyle şehirden ayrılmak üzereyken, tren garında zavallı bir adamın gözlerinin önünde yere düştüğünü görür. Ve onu yerden kaldırmakla kaldırmamak arasında ivedi bir tereddüt yaşar. Sonrasında aristokrat bir ağırbaşlılıkla adamı öylece orada bırakmaya karar verir. İşte 'kendilik' ve 'nesneler' ile yaşadığım ilişki, Aschenbach'ın 'asil tereddüt' duruşuna benziyor. Onlara dokunmakla onların uzağında kalmak arasındaki mesafe bana acınası bir zevk veriyor. 

* 'Maddeci tarih usulü epizodik anlatım nedir' diye sorarsanız, yanıtın Serge Bard'ın Détruisez-vous (1969) filmi olduğunu söylerim. 

* Nicolas Roeg'in Bad Timing: A Sensual Obsession (1980) filmini uzun zaman sonra yeniden izledim, ancak tuhaftır, bu kez Theresa Russell filmin sonunda öldü. 

* Kendi çapında formalist-sembolist İran sinemasından başından beri nefret ettim. 

* Jean Moreau kadar çekimsiz, libidoyu ketleyen, ısrarla sinir bozucu ve her daim yanlış oynadığı izlenimini veren başka bir Avrupalı aktris hatırlamıyorum. 

* Sadece Absinthe içtiğimde itiraf ettiğim bir gerçek var: Le Sang d'un Poète filmini, Un Chien Andalou'dan daha çok seviyorum! 

* Çek sinemasını ölümsüzleştiren dört 'J' kuralı: Jan Svankmajer, Jaromil Jires, Juraj Herz ve Juraj Jakubisko. 

* Bir kez de ödülünüzü yalnız ülkenizin bacaklarını şehvetle aralayan ve ayakkabı topuğunu bir pergel iğnesine dönüştürerek sözcüklerden oluşmuş bedeninize geometrik çığlıklar açan yalnız kadınlarına adayınız. Böylelikle yoksunluk ve yoksulluk edebiyatıyla kurduğunuz tezgah başınıza yıkıldığında en azından sığınacak başka bir bedeniniz olur. 

* Yeşilçam emekçilerinin narsisizmi, kırdırılamamış bir çekten farksızdır. 

* Sürrealist-patriarkal Bunuel'i böylesine taklit etmeye çalışıp da sonunda Cocteau'nun kucağına düşebilmeyi başaran tek kadınsın Maya Deren. 

* Bir film yönetmeni için 'aşk' ve 'intihar', olsa olsa birer prova kayıttır. 

* François Ozon'un filmlerindeki yabancılaştırma efektleri, Brecht kuramlarının hadım edilmiş marjinal-feminen uzantılarıdır. 

* Tren yollarında olduğu gibi film setlerinde kurulan şaryoların da makas sistemi olmalı. Kamera kayarken anlamı yakalayabilmek adına aniden makas değiştirebilmeli. 

* Yaşamı boyunca hiç aşık olmamış bir aktörün, oynayacağı aşk filmi için dublör istediğini düşünün. 

* Felix Und Scorpion (2007) biricik imgeyi 'sembol'ün kendisine dönüştürdüğü için pornografik filmdir. 

* Leos Carax’ın Boy Meets Girl (1984) filmini, ego idealimin sınırlarını ödünç heveslerle kasıp gevşeten, kendimi tanıma nefretime katkıda bulunan, silik bir cesaret gibi hayatıma girip de varlıklarını sözcükler arasında unutmuş olan, tanrı vergisi dengesizliğimi sakat bir at gibi koşturan, bedenimi oluşturan harfleri kendilerinden uzak bir nefesle içlerine çeken, hileli bir mercek gibi arzu odağımı sürekli değiştiren ve aşkın bir ucunu makaraya bağlayıp da başkalarından çaldığım düşsel cehennemime kafa üstü sarkan kadınlara adıyorum. 

* Olivier Smolders'ın Nuit Noire (2005) filmi, 21.yüzyılın sürrealist sinema manifestosudur. 

* Farklı dillerde aynı cümleyi tekrar edeceğime, tek dilde tüm sözcükleri yok ettim; Herz'in Spalovac Mrtvol (1969) filmini bir kez daha izledim. 

* Amerika için 'rüya', içsel bir imge olmaktan çok yerel bir semboldür. İşte bu yüzden Lynch filmleri anonimdir.









TAN TOLGA DEMİRCİ - PSİKEART DERGİSİ / KASIM-ARALIK SAYISI

2 yorum:

  1. Neden derinlik ölçütünüzü Potemkin'e yaslamakta bir devamlılık gösteriyorsunuz? Örneğin "Musa"ya dahi yaslamış olsanız yine kardasınız.

    YanıtlaSil
  2. Çünkü Potemkin'de işlenmemiş cinsel-politika saklı, çokça ihtiyacım olan güç.

    YanıtlaSil