19 Mayıs 2008 Pazartesi

İntihar Üzerine (Antonin Artaud)



Çeviri: Tan Tolga Demirci

İntihara kalkışmadan önce, yaşıyor olduğuma dair bir inanç içinde olmak isterim, ölümün gerçekliğine emin olmak isterim. Hayat bana adeta, birbirine uygun ve olanaklı 'şeylerin' zihinde karşılık bulduğu bir gerçeklik olarak görünmekte. Bu uygunluk bana, yine 'şeylerin' oluşturduğu bir dört yol ağzı kenarında olduğum duyumsamasını yaratıyor. Oysa sağaltan ölüm, bizi doğadan uzaklaştırarak görevine devam ediyor. Eğer kendimi öldürürsem, bu kendimin yok olmasını gerektirmeyecek, aksine, kendimi yeniden yapılandırmam demek olacak. Benim için intihar, en şiddetli yoldan kendini yeniden fethetmektir. Tanrının önceden kestirilemez yaklaşımından önce, kendini ele geçirmenin en canavarca yoludur. İntihar sayesinde, kendi varlığımı doğaya yeniden tanıtırım. İlk olarak, doğaya kaderimin şeklini sunarım. Kendiliğim tarafından kötü bir biçimde ilişkilendirilen organlarımın önceden belirlenmiş reflekslerinden kendimi kurtarırım. Sonrasında hayat, bana ne düşünmem gerektiğini söyleyen saçma bir rastlantı olmaktan çıkar. Böylelikle düşüncelerimi ve taşıdığım erkin yönünü ben seçmiş olurdum. Kendimi, güzellik ve çirkinlik ile iyi ve şeytani olan arasındaki yarı yola koyardım. Yine kendimi, iyi ve şeytani arasında varolan doğal ve kendiliğinden gerilimin içine katabilirdim...

Hayatın kendi içinde bir çözümü yoktur. Hayatın hiçbir seçim tarzı da yoktur. O sadece, arzuların ve muhalefet güçlerinin bir serisinden ibarettir. İğrenç şartların durumuna göre başarıya ulaşan ya da ulaşmayan, önemsiz yalan ve inkarların tarlasıdır. Tıpkı deha ve delilik gibi, şeytansı olan da tüm kişilere eşitsizce dağıtılmıştır. Tıpkı şeytansılık gibi, iyi olan da, varolan durumun bir üretisidir ve aşağı yukarı bir katalizör işlevi taşır. Pek tabii, yaratılmış olmak ve kendinizi zihnin karanlık köşelerinde değiştirilemez biçimde duyumsamak, aşağılıkçadır. Bu, varoluşun taşıdığı dallanıp budaklanan bilinmezliğin bir nedenidir. Her şeye rağmen bizler, sadece birer ağaçız ve muhtemelen, günlerden birgün, kendimi öldürecek olmam da alnımda değil ama soy kütüğümde yazıyor olmalı. İntihara kalkışmanın yarattığı özgürlük kavramı, tıpkı kesilmiş bir ağaç gibi yere düşer. Bu düşüş ekseninde, 'öz kıyımım' için ne zamanı, ne durumu, ne de yeri yaratırım. Aslında intihar düşüncesini bile yaratmam. Çünkü aksi taktirde onu duyumsamak imkansızlaşırdı. Ölümü, üzerime doğru gelen bir sel gibi hissediyorum. Ölümü, aniden akan ve gücünü tanımlayamadığım bir şimşek gibi hissediyorum. Ve ölümü, hazla yüklü olan, hızla savrulan labirentler gibi hissediyorum. Peki tüm bunlar içinde benim sahip olduğum düşünce nerede?

İşte tam o anda, tıpkı bir yumruk gibi belirdi tanrı, ışığı kesen bir orak gibi! Gönüllü olarak kendimi yaşamdan kesip atıyor ve kaderimin gel-gitlerine set oluyorum. Tanrı, garip bir bakışla beni yaptıklarımdan soyutluyor, boş bir inkar içinde beni yaşama sürüklemeye devam ediyor, bilincimin son dalgasına kadar içimde ne varsa yok edip, kendi kendine yürüyen bir makineya indirgiyor. Öyle bir makine ki kendi bilinçsiz benliğinden gelen kırılmaları hissedebilen. İşte bu yüzden yaşıyor olduğumu kanıtlamak istedim. 'Şeylerin' çınlayan gerçekliğiyle yeniden temas kurmak istedim. Çizgimi kırmak istedim. Peki tüm bunlara tanrı ne dedi?...

Hayata dair bir duyumsayışım olmadı. Damarlarımdaki tüm ahlaki kavramların akışı kuru bir nehir gibiydi. Hayat benim için bir nesne ya da biçim değildi. Sadece akılsallaştırmalar serisinin bir bütünüydü. Bu akılsallaştırmalar ise kader gücümün asla yakalayamadığı pozitif diyagramlardı. Şimdi intihar düzeyine varmış olsam da önce benliğimin bana geri dönmesini beklemeliyim. Kutsal ışıkları içinde sona eren açmazların takım yıldızlarında, tanrı beni umutsuzluğa kilitledi. Yaşayamıyorum ve ölemiyorum. Ama en azından ölmeyi ya da yaşamayı dileyebiliyorum, tıpkı bana benzeyen diğer insanlar gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder