20 Ağustos 2008 Çarşamba

Olimpiyatlar, Kadın ve Sürrealizm...



Sisyphus’un böbrek taşı, markalaşmış bir tanrıçanın elinde, tüm uzayın dengesini bozarak kendisinden asırlarca güçlü bir kara deliğe dönüşmeyi bekliyor. Taşın var olan konumu, aşacağı yol ve varacağı yer arasındaki filogenetik mesafe, Toyota’nın sponsorluğunda, tanrıçanın var olan patolojisi, göreceği psikoterapi ve yaşayacağı menopoz arasındaki ontogenetik mesafeye indirgeniyor. Mitolojik imgenin belden yukarı ahlakı, ‘güç’ kavramını merkezi bir vücut diktasında çoğaltarak kısa sürede etkili hale getiriyor... Bayanlar baylar! Animusun merkezkaç kuvveti, ‘rekor’ sözcüğünün hücresel praksisidir.



Parçanın bütüne meydan okuyan sezaryen doğumu. Kısmi nesneler topluluğunun, vücut hiyerarşisini parçalayarak bağımsız devletler topluluğuna dönüşmesi. Aynanın olmadığı tarihsel bir dönemde, ‘mümkün olmayan’ kendiliğin ‘kendini’ taklit etmesinin yerini alan organların birbirini taklidi... Fetiş mertebesine ulaşamadan ani bir dışsal uyaranla kasılarak tesbihinden vurulan bir böceğe dönüşen ayakların dansı. Su yüzeyine sıçrayan tensel balıkların havada nefeslerini tutarak öznesiz, eğitimli organlara dönüşmesi... Mazoşist egzersizin merkezi soğutma sisteminin bir parçası olan senkronize ikizlik yarışından boğulmadan kurtulabilen, rekorun da sahibi olacaktır.



Minder, anatomik kadere karşı sürdürülen klitoral saldırı alanının merkez üssüdür. Saçların örülü olması, infantil saldırganlığın üstünü kapatan ikinci el bir kedi merdiveni olarak düşünülmelidir. Organize saç yapısıyla kavrayış gücü arasındaki çelişki, kazanılan ödülle harcanan güç arasındaki çelişkiyi önceler. 'Genital evveli' imgeyi kucaklayarak kendi içindeki boşluğu ödünleyen sen, ancak vücuduna açılacak küçük bir kesikten tüm hırsını boşaltabilirsin. Böylelikle kavradığın vücut kavramlaşır ve politik bir dünya görüşü olup çıkar, böylelikle sarıldığın ten tinselleşir ve rengine senin karar vereceğin uzaktan kumandalı bir bayrağa dönüşür. Harcadığın gücü devrime (kızıl kedi ve klitoral seferberlik) ya da karşı devrime (siyah kedi ve küresel dominatrisizm) hizmet adına kullandığın an, minder kahramanlığını sosyal kahramanlığa yükseltip madalyayı boynuna değil ancak üç köşeli mezar taşına (vaginal petrification) takabilirsin.



Mumyalanmış ayağının eczalı sargısı altında kalan ten enkazını ölü atletler müzesine kaldırıyorum. Sana en uzak gezegenin yükü altında dengeni sağlama çaban, yani kendi evrenini sınırlı uzayın içinde konumlandırma arzun, nesnel zamanı zamansızlıkla, sona kaderli hazzı sonsuzlukla takas etmene neden oluyor. Kemikleri törenle alınmış vücudunun politikayı ve sözler tarihini alaşağı eden jesti, mekanikmiş gibi görünen ancak bitkisel olduğu tartışılmaz ödünç bir enerjiyi varlığının merkezine oturtuyor. Ayağından güç alarak kendini kaybettirmeyi başaran bir labirent olma coşkun karşısında bağdaş kurmuş seni izliyoruz. Ensendeki gezegen tümörü, kesişmeyen ve asla kesişmeyecek olan bakışlarımızın kara deliği olmayı sürdürdükçe, tutulmuş nefes kadar statik kostüm tarihin, herşeye rağmen hazdan yoksunlaştırılmış cansız etnisizmin ideal egosunu okşamaya devam edecek.



Ağırlık vicdan hukukudur, ne kadar ağır kaldırırsan o kadar hafiflersin. Sonunda iğnesiz bir iplikten daha ağır olmayacağın ‘azize’ kipine ulaştığında, yüzündeki zorlanma anı, biriktirdiğin günahlarını omuzlamana yardımcı olur... Ey zehiri alınmış Pairika! Senin kıracağın rekor, günahlarının içeriğini sıfırlayarak kaldıracağın kendi cesedinin ağırlığı olabilir ancak. Sıraat köprüsünü, komplekslerinden bitme iki avucunun arasında taşıyan yüce tarihin, ilişkimize beklenmedik mitolojik bir format atıyor. Öyleyse önce rekorunu kır, sonra kültürparkta içi boşaltılmış pelikanlara bineriz. Önce rekorunu kır, sonra evimize aldığımız Moğol halısının üzerinde kan şekerimizi ölçeriz. Önce rekorunu kır, sonra annemlere gider, ortasından başlayan çizgi filmlerden birini izleriz. Önce rekorunu kır, sonra sana aldığım armağanlardan birini açarız. Önce rekorunu kır, sonra beni ortanca çocuğumuzun kazdığı kan taşından yapılma mezarıma taşırsın.



Kendi rahminden çekip çıkardığın, henüz olgunlaşmamış, kabuğu soyuk bir evren modelini şah damarından aldığın güçle ‘üstün ırk’ düşüncesinin yeşerdiği milliyetçi topraklara fırlatıp atma hazırlığındasın. Saldırı amacı taşıyan kaslarındaki kan örgütlenmesi, hedef kendilikte hissedilen acı simülasyonuyla başa çıkma yarışında. Rahminden çekip çıkardığın ve hücrenin şimdiki zamanıyla gelecek zamanı arasında bir ara-rejim olan elindeki kütle, liseli kadın hayranlarının boynundaki aşırı dozda lezbiyen ısırıklarını gizleyen şu pozisyon ertesinde kendini senden uzaklaştırmaya hazırlanıyor. Onunla aranda açacağın mesafe, içe dönük çocukluk imgeni güçlendirerek güneş yanığı teninde tehlikeli düzeyde bir ulusallık yarası yaratacak. Sen, aldığınla yetinmeyen ve daha fazlasının yerine kendini koyarak kendi dışında başka bir ‘artık’ olanağı bırakmayan, modern bir çarmıh sembolü olan vücudunda sayısız erkek cesedi çürütmüş saf imgenin kendisisin. Yüzüne aniden inen bir felç gibi taşıdığın acımasızlık jestin, boynunla avucun arasında sıkıştırdığın kütleyi, mitolojik bir ‘kütle tutulması’na dönüştürüyor. Sana çıplak gözle bakmak, anıtsal vücudunun önünde ve boğazında guartr olmayan bir kütleyle küle dönüşüp can vermek demektir.



Kendi ten rengini geçebilir misin?



Büyük bir törenle kendini unutarak imgeleşen yüzünün gölgesi altında sana bakıyorum; asla yalnız bırakılmadığın çocukluğundan tam da kusursuz bir kişilik örgütlenmesiyle sıyrıldığın o ana bakıyorum. Sen her yerde adet görebilirsin; araba kullanırken, tek elle sevişirken, yeşil elma yerken, takım arkadaşlarınla köpeğinin doğum gününü kutlarken, boyunun gösterişi hizmetindeki Türk malı çekingenliğimi bir kaşık düşte boğarken adet görebilirsin. Önceden kestirilemeyen ve hayret ifadesi taşıdığı rapor edilmiş bakışlarındaki donukluk, arzunun ertelenmesi ve yaşanması arasındaki ahlaki duyarlılığı, ellerinin arasında tuttuğun kütlesel markanın içindeki sıkıştırılmış havaya iletiyor. Besili diz kapaklarının üzerinde sürdüğün ve tırnak kenarlarına taşmasına izin vermediğin oje, unuttuğun kendilikten geriye dönemeden kuruyan ve kangren olan ilk orgazmının temsili; kendinden asırlarca ufak, yıllardır ağzına birşey koymamış ve bir bardak su için dans pistlerine paspas çekmeye razı olmuş Ganalı bir adamı almıştın içine; önce penisini, sonra kafasını, kollarını, gövdesini ve bacaklarını... İçinde yüzlerce ölü Ganalı var, susuzluktan ve açlıktan öldüler! Sonra günlerden bir gün, törensiz bir tuvalet ritüelinde, önce Ganalıları ve sonra da tüm Afrikayı sıçarak çıkardın içinden. Bunca olan bitenden sonra şimdi senden ve araladığın ağzından geriye kalan tek şey, oksijeni alınmış formalı kütle!



Cirit, geri dönüşsüz fallik sözdür, çerçevesiz dudakların boş rahimlere sızdırdığı gebelik duasıdır. Ey kadın! Kendinden uzaklaştırdığın doğrusal imge, saplandığı yerde kurduğu yeni düzenle kanlı bir tarih yaratacak, toprağın karnını yarıp seni geldiğin yere, yani gelecekçi hücrenin merkezine uğurlayacak. Elinde taşıdığın kendi içinde örgütlü statik saldırı çubuğu, barış çubuğunun arkasına çullanan animustur, ödip pilinin negatif ucudur! Bize kendini bağışla, kendi arzunu, öfkeni bağışla. Kollarından taşan orgon mavisi vektörel ilahiyat, grafik-imgenin en yüksek noktasıdır. Elinde taşıdığın ve dişini ardına dek sıkmış gölge-ikonla bizi karnımızdan vur, dökülen bağırsaklarımızın sıcağında huzurlu bir ölüm ver bize...



Önündeki engel, babanın Sovyet devrimine sarılı tabutudur. Onu aştığında, yani bakışı olmayan bir ideolojinin üzerinden atlayarak törenle dibe vurduğunda, devasa çanların yerini alan inorganik kol saatleri senin için çalacak. Ey elektra! Taşıdığın kendilik imgesi, kozmolojik düzende vazgeçilmez bir yer kaplayan kutsal ağırlığınla eğilip büküldükçe, kendi benliğinden sıyrılarak kişisel tarihinin üzerinden hakkıyla atlayabilirsin. Koşu yolunda kırılmaksızın dümdüz akan tarihin rekorunu kırmak, yer çekimini yok ederek çocukluk günahlarını sıfırlamanın tek yoludur. Bakışlarındaki dakikliğin ardına düşen nostalji, yani kendinden kopuş anı, önündeki çıtayı giderek yükseltiyor. Yolunun sonuna sabitlenmiş o engel, annenin uzun zamanlar önce yitirdiği orgazm çizgisidir. Sen ki ancak onu aştığında, yani başkasının haz ilkesinin üzerinden atlayarak törenle dibe vurduğunda, kenar süsü şeker tutmuş çocukluğunu egale edebileceksin.



Taşımakta olduğun raket, mucizevi güzelliğinin çarpıp geri döndüğü; etkiyi tepkiye değil, tepkiyi etkiye dönüştüren ‘negatif tarihi’ kaleme almakta. Kaygı, beklenen tehlikeye verilen yanıttır. Odaklanmayı lanetleyen 21.yüzyıl kapitalizmi, sosyal tehlikeleri kontrolü altına alarak can sıkıntısını yok etmek adına bireysel-sentetik bir ikinci elden tehlike temsili geliştirmiş ve tıpkı tehlikenin kendi yapay dokusu gibi, ona karşı üretilen bekleyişi de bireşimsel olmaktan uzak, kendi çapında, doğal olmayan bir bekleyişe dönüştürmüştür. Ey olduğu yerde yaşlanarak, odak nesnesini sportifleştirmiş ve can sıkıntısına kaygıyla meydan okumakta olan kadın! Güneşe sunduğun beden, seni düşünerek spermlerini şehir suyuna boşaltan binlerce erkeğin gündelik kaygısını uyuştururken sen güneşin altında beklemeye devam edeceksin. Nasıl ki kadrajın ve bilincin dışındaki evren, giz noktasında kasılıp gevşemekte olan tenis topunun merkezine çekiliyorsa, sen de öyle çekileceksin bakışlarındaki kaygının estetik derinliğine... Dudakların tarafından frenlenen geleceği görme arzun, giderek eksilen bir artı değer gibi tenis kortuna taşmış o kimyasal vücudunun sigortasıdır.



Bir önceki yaşamda yitirilen yüzleri yeniden kazanma savaşı. Kimin kılıcı ötekinin kınına girerse kraliçe oedipusun yüzüne o sahip olur.



Okçuluk, melankoli ve orgazm arasındaki mesafenin sporudur! Yanaklarında, dışarıya ısı ve ses vermeksizin aynı anda patlamakta olan yüzlerce kimyasal bomba taşıyorsun. Uğradığın tecavüzlerin intikamını almakla ilgili nesnel intikam özdeği, tam da ok yaydan fırlarken, bir tecavüz öyküsü uydurarak kendi kadınlığını kurtarmaya yönelik öznel intikam kurgusuna dönüşüyor. Yüzündeki besili dirim, kurallarla organize edilerek acısı alınmış saldırganlığını parmaklarına ulaştırdığında, metafizikten uzak kendi bitkisel gizini aniden sıfırlıyor ve sen, çok geçmeden kendi sırrını delmek için başkalarının silahını kullanan sonradan olma bir savaşçıya dönüşüyorsun. Yayın primitif malzemesi, yerini, ok ucunun yaslandığı yerde post amazonik, çözümü olmayan bir mekanizmaya bırakıyor, tıpkı yanağındaki yalıtkan yangılı dirimin, yerini, parmak uçlarında, rekabete yönelik bir ulusalcılık kırmızısına bırakması gibi... Geleceğine aldığın nişan, duyu hızını aşarak geçmişindeki boş levhalardan birinin tam ortasını delip geçecek. Biz hepimiz orada, kendini vurduğun yerde olacağız. Üzerindeki post şovalyen zırh, can çekişmekte olan bir tavşan çırpınışına boyanacak. Rakiplerin, hedefe kitlenmiş parmaklarını içlerine sokup büyük bir şevkle uyaracaklar kendilerini!



Kas mazoşizminin hazzı askıya alarak ayrılık kaygısına karşı ‘ayrılmak tenseldir’ mottosuyla mücadele verdiği sportif etkinlik; bedendeki tüm içrel kötüleri kurşuni bir materyale yansıtarak bu standart kütleyi kendiliğin yaşam alanının dışına fırlatma yarışı... Boyun halkasındaki yutulmaya karşı direnen infantil komplekslerin hızla kaslaşarak çeneyi germesi ve gerilen çenenin dile gelmeyen nefreti daha öncül bir kas halkasında toplaması, dudakların, gözün iktidarını bozmaksızın bakışı biçimlendirdiği üst düzey bir kas zırhını devreye sokması. Hareket halinin statik nefret kipi, kendi çevresinde dönen beden formülasyonunun, haz ve günah arasındaki sürtünme kuvvetine dayanamayarak kütle ve beden olarak ikiye ayrılması, günah atomlarından oluşan kütlenin, kendilikten uzak bir evren coğrafyasında rekoru temsilen iyi nesneye dönüşmesi. Dönme ertesi giderek yavaşlayan ve çizginin dışına çıkmaksızın olduğu yerde kalan bedenin, kendi arı imgesini kucaklaması... Gezegensel dönüşü sırasında önüne geçerek proto-kozmik bir jest bütünlüğüyle sana sunduğum bedenimi, bataklık kalıntılarını spor ayakkabılarından temizleyen yarı arkaik bir tanrıça moduyla paramparça et.



Suyun, sadece kendini kaldırmaya kuvveti yoktur! Kafanda dönüp duran eyaletler, arkanı verdiğin okyanus duygusuyla boğulduğunda kırdığın rekor, ıssızlığın ve yalnızlığın rekoru olacak. Vücudun kendi dışına su sızdırdıkça içinde büyüyecek olan çöl, vida yardımı olmaksızın kenetlenmiş eklem yerlerini bozguna uğratacak. Ey hıza düşman göğüslerini vantanseverliği adına törpülemiş kırılgan Proteus! Mayonun sümüksü teknokratik kayganlığı, sonradan öğrenilmiş su geçirmez bir eşduyuma yataklık ediyor. Karnındaki kassal yalnızlık, sahip olduğun anneni yok etme düşüncesinin savunmasını püskürtüyor, vücudun su kaçırıyor! Varoluşun ıslaklığı, yapısal melankolinin tek ilacıdır. Ey sulaklığın tanrıçası! Boğulmanın bir mucize olmadığını göster bize!



Süt vermeyen kötü memeyi, kişiliğin bölünmüş olan diğer cephesine smaçlama yarışı... Farklı bir ülkeyle sınırlandırılmış olan bölünmüş öteki kendilik (kırmızı şort), gerçeklik egosunun (beyaz tişört) rüya olarak algıladığı ‘takım’ evreninin temsilidir. Benzer algı düzeyi, gerçeklik egosunu (beyaz tişört) ters açıda rüya olarak algılayan öteki kendilik-ülke (kırmızı şort) için de geçerlidir.

1 yorum: