15 Mart 2010 Pazartesi

Gestus


Köz haline gelememiş, tam olarak yanıp tükenememiş sözcüklerin ardında kalan ham kül kokusu. Varlık ve yokluğa çatallanan arzuyu, biyolojik bir sınır-kafes olan bedenin içinden çıkarabilme gayreti. Ruhsal jestin, 'ten' zırhını kırarak, sahip olduğu maneviyat arazını atmosfere dağıtma hırsı...

Anna, kendisine ait olmayan ellerini kullanarak, tıpkı tükenen bir yakıtın roketten ayrılması gibi, kendi gerçekliğini bedeninin dışında kurmaya çalışıyor. Ama bilmiyor, 'beden' ve 'beden', mıknatısın aynı kutupları gibi birbirini iterler. Ama bilmiyor, 'dokunmak' ve 'dokunmak', karar ile eylem arasında sıkışmış bir yineleme hastalığıdır.

Sonra sözcükler gelir. Erkeği fantezi dünyasından kovan iki kız kardeş (ruh ve beden), sonsuzluğu tanımlayabilmek için sürekli çatışırlar. Beden, ruhu muhafaza ederek onu yok etmeye, ruh da yitik bir anı olma dürtüsüyle bedenin dışına çıkarak onu bir et yığınına dönüştürmeye çalışır. Sonunda konuşmanın kendisi, psişik bir exorcism ile damgalandığında, yani sözcükler ve beden, nihayet mıknatısın ayrı kutupları gibi birbirini çektiğinde, dokunmak, duyumsayamıyor olmanın ontolojik alt yazısına dönüşür: Kimse için hiçbir şey hissetmiyorum!

Görüntülerin sonunda donan o bakış (nazarlı boncuk), filmsel gerçekliğin ötesine taşan ve izleyeni izleniyor hale getiren 'mistik' paranoyanın sınırlarını çiziyor.

Kesinlikle korku filmi olarak sınıflandırılmaması gereken bu filmi, 2000'li yıllardan başlayarak her altı ayda bir izleyip, beden ve ruh terazilerimin su ayarlarını kontrol ediyorum.

1 yorum:

  1. aciz halinde kendi gözünü onun gözüne bırakacak gibi baksa da hayalinde bir surettir ve tesirler insanın duygularında görünür durur. acaba aşk vesvesenin ağzını ne kadar bağlayabilir?

    YanıtlaSil