24 Temmuz 2009 Cuma

Godarina



Godarina'nın düşü:

Kucağımda zayıf bir tilki ölüsüyle ormanda dolaşıyorum. Ayağımda başka birinin ayakkabıları var. Yetişmem gereken bir yer olduğunu biliyorum ancak ne yöne gittiğim konusunda en ufak bir fikrim yok. Tilkinin anüsünden sızan kan, derisi buruşmuş ayakkabılarıma damlıyor. Ahşap elektrik direklerine bol çapaklı baykuş fotoğrafları asılmış. Üzerimde soğan zarından yapılma bir gecelik var. Zarın altından görebildiğim kadarıyla karın bölgesinde elinde kızıl bayrak taşıyan çirkin bir azize dövmesi duruyor. Kucağımdaki tilkiyi yere atmak istiyorum ancak içimden bir ses eğer bunu yaparsam sevişmeden gebe kalabileceğimi söylüyor. Ormandaki ağaçların dallarına Zenith marka kilise çanları asılmış. Bazı çanların altından geçerken başımı eğmek zorunda kalıyorum. O sırada, üzerinde pırlanta yüzük olan serçe parmağım istemsiz bir biçimde hareket etmeye başlıyor. O kadar hızlı hareket ediyor ki bir süre sonra yüz yaşında bir kadının parmağına dönüşüyor, üzerindeki pırlanta yüzük de lades kemiğinden yapılma bir başka yüzüğe... Bedenimdeki tüm organlar, kontrolümün dışında zaman yolculuğuna çıkıyorlar.

Dile geliyor kaburgam: "Bir balık, kılçığından daha savunmasızdır..."
Dile geliyor ayaklarım: "Sen, arzuladığın şeye dönüştüğünden beri biz yerimizde sayıyoruz..."
Dile geliyor boynum: "Bir sfenks kadar kıpırtısız, tahrikkar ve onurlu durabilmek..."
Dile geliyor gözlerim: "Bizler kapalı olduğumuzda daha net görür, tanıksız cinayetler işleriz..."
Dile geliyor kucağımdaki tilki: "Üzerimdeki kan, yaptığın mastürbasyondan gebe kalan kimsesiz bedenine ait..."

Aniden duruyorum. Ayakkabılarım, onca koşuşturmadan olacak, emdiği kanın da yardımıyla hızla nefes alıp veriyor. Kucağımdaki tilki gözlerini açıyor ve "seni Christopher Young mı uyuttu yoksa Georges Brassens mi?" diye soruyor. Büyük bir öfkeyle onu yere fırlatıyorum ve ayaklarımın altında ezerek tüm iç organlarını dışarı çıkarıyorum. Bağırsaklarının arasında bulduğum gazete kağıdını alıyorum elime. Bilmediğim bir dilde yazılmasına rağmen gazete başlıklarını okuyabiliyorum. Ana sayfada, ikiz kulelerin süt vermediği için çürüyüp yıkıldıklarına ilişkin bir başlık var. Üçüncü sayfada kıçına paratoner girmiş bir meteorolog fotoğrafı ile pamuk prensesin işçi sınıfıyla bağlantısını sorgulayan bir makale görüyorum. Tüm bunların anlamını merak etmeden gazeteyi buruşturup alnımda biriken teri siliyorum. O an kendimi çok güçsüz hissediyorum. Bacaklarım titreyerek yere çöküyor. Kollarım, iki yana devriliyor. Gözlerimi zor açıyorum. Başka bir kadın gibi koktuğumu hissediyorum. Yerdeki giderek büyüyen çatlaktan içeri giriyor ayaklarım, sonra bacaklarım ve gövdem... Sadece başım toprağın dışında kalıyor. Toprakla birlikte nefes alıp verdiğimi hissediyorum. Burnumdan akan sümük, tomurcuk ayaklı bir tırtıla dönüşüyor. Giderek kök salıyorum. Var gücümle toprağın içindeyken toprağa dışkılıyorum. Gördüğüm her şey bana dönüşüyor ya da tersi... O an kendimi çok mutlu hissediyor ve dişimin arasına girmiş, bir midilliye ait olduğuna inandığım çürümüş bir et parçasıyla uyanıyorum.

1 yorum: